Moma aylardır duyurduğu Björk sergisini açtı. Nihayetinde şartlar hazır, son albümü Vulnurica çıkmış, zaten New York’ta konser de verecekmiş, mükemmel bir kombo, hazır zemin müsaitken bir de sergi niye yapılmasın? “Zaten MOMA var işin içinde, ne kadar kötü olabilir?” diye soranlardansanız sizi bir bardak suyla kenara davet ediyorum. Zira sergiyi özetlemek için iki kelime kafi: Sıkıntı var!


3 Adet metrelerce BJÖRK kuyruğu, ya sonra

Halbuki sormuşlar Björk’e, “Moma birkaç yıldır bunu teklif ediyordu, ben de kabul ettim, 2 senedir de çalışıyoruz, ekip şahaneydi” diye anlatmış. Moma'ya girince şaşırmamak lazım, hep böyle, normal bir günü zaten böyle müzenin, turistler New York’ta burayı gezmeden dönmeme yemini ettikleri için bunda şaşılacak bir şey yok. Bir de Björk kuyrukları var. 3 adet kuyrukta bekleyerek alacağız boyumuzun ölçüsünü! Birkaç kata yaydıkları sergiyi gezmek için mütemadiyen bu kuyruklara girmek ve beklemek gerek. Niçin? Hayatta kendisine dair neredeyse her şeyini sergilemekten çekinmeyen bir sanatçının sergisinde belki de bilinmeyen bir şeyler bulmak için beklemek evet kabul edilir ama ya boşuna beklediyseniz?



İzlanda'dan selam getirmişem

Moma girişe Björk’ün Biophilia albümünde kullandığı enstrümanları yerleştirerek bu sergiyi gezme fikrinde olmayanları da oltasına takacağını bilecek kadar kurnaz. Çocuklar bir yere odaklanmış önünde zıplıyorsa bir kıymeti vardır diye düşünen insanların sayısı az değil. İlk oda son albümden Black Lake’le açılıyor. Kapkaranlık bir oda, çift taraflı dev ekranlar, havasız mı havasız, gitmesek de görmesek de tahmin ettiğimiz İzlanda böyle olmasa gerek! 10 dakikalık, Björk’ün kendisinin dahi “Hâlâ seyretmeye cesaretim yok” dediği klipten sonra, çıkışta görevliler “Serginin Songlines bölümü için sıraya girmelisiniz” uyarısında bulunuyor. Bu bölümü en fazla 100 kişinin gezme izni olduğu için saatlerin geçmesi lazım. Size verilen saati beklerken, sinema salonuna buyur ediliyorsunuz. Burada insan etrafa saçılmış kırmızı küp küp minderlerin üzerinde kalçasını koyacak bir yer ararken şunu düşünmeden edemiyor: “Evde seyredeceğim Björk videolarını burada seyretmemin şu ömürde ne hikmeti var?” Yok. Toplu halde Björk izliyoruz. Tek fark o bahsettiğim küp küp minderler, muhtemelen küratör Klaus Biesenbach ve ekibi şöyle dedi: “Sergiyi gezenlere zaten epey kusur ettik, bari rahat etsinler.”


Hiç bitmeyen 5dakika

Björk’ün tüm kariyeri sesler, görseller, enstrümanlar, objeler, kostümler ve performanslarla kronolojik bir sunum olarak geliyor. Sergiyi gezenlerin boynunda birer kulaklık, zira tüm enstalasyon boyunca, İzlandalı yazar Sjón tarafından yazılmış yarı kurgusal Björk biyografisi de kulaklarımızı gezdirecek. Öyle plastik, öyle yapış yapış bir metin ki, insan ‘kulaklarına inanamamak’ ne demek böyle anlarda kavrıyor! Björk’ün her biri çok meşhur moda tasarımcılarına yaptırılmış sahne kostümleri (açılış Hüseyin Chalayan’la ve evet hepsi şapşahane ama..), mumyadan heykelleriyle (epey ürkütücü) gözünüzün içine içine gülümseyerek bakması, kulaklıktan gelen mırıl mırıl bir sesin “Bu sergi için 40 dakikanızı ayırmalısınız, her bölüme en az 5 dakika ayırmalısınız” uyarısı insanda durduk yerde mide ağrısı, kulak kaşıntısı yaratıyor. Çünkü her bölüm için 5 dakika o kadar fazla ki insan utançtan elini kolunu nereye koyacağını şaşırıyor. Hem bir insan Björk’ün el yazısıyla not aldığı defterlere veya Alexander McQueen imzalı kıyafetine en uzun kaç dakika bakabilir? Hem biz müzede değil miyiz? Björk’ün bin yıllık kırmızı botlarının ne önemi var? Björk’ün en büyük hayranı dahi o botların yüzüne bakmadan geçer. Neyse..



Burada tartışılacak birkaç konu başlığı var. İnsan her müzeye sırf adı çıkmış, meşhur diye gitmeli mi? Burası vakte, nakte bağlı. MOMA bile olsa adı, bazen ihtiyatlı davranmak lazım, zira bu sene bu kaçıncı eleştiri alan sergisi... Burada karar sergiseverin! Gidip, görüp, öyle konuşmakta fayda görüyorum. İkinci mesele şu; sanatçı ve müzeler işbirliği yapıyorsa burada her iki tarafın da aşırı dikkatli olması gerekiyor, zira şimdi bu işten hem müze hem sanatçı zarar görüyor. Ha bu noktada bu fiyaskoya rağmen paso bilet kesen MOMA’nın ne kadar umurunda bilinmez. O kadar çok eleştiri yazısı yayınlandı ki MOMA önümüzdeki günlerde açacağı Yoko Ono sergisi için kızgın yağ topları hazırlatıp sığınaklara saklansa iyi olabilir. Bu arada bu kadar gazete yazısının, hakaretin üzerine mi bu kuyruklar sapıttı, orası muamma! Çünkü insan denen canlı o kadar garip ki, “Şu rezalet şey neymiş bir de biz görelim” diye rahat yuvasından çıkıp kendini yollara atabiliyor. Şimdi sırf ben bunu yazdım diye birkaçınız not ediyor değil mi? O zaman şunu da yazın, sergi 7 Haziran’da bitecek. Yolunuz düşerse. Soru da burada dursun: Sanat sanat için mi, halk için mi, yoksa her şey bilet geliri için mi?


Son bir not: Önümüzdeki hafta dünyanın bütün müzeleri #museumweek ve #müzelerhaftası hashtagleri altında Twitter’da buluşacak. Müzeler ve galeriler 7 gün boyunca 7 farklı hashtag’den koleksiyonlarını, müzelerin arka planlarını paylaşacak.


Yazı: Elif Key



Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.