Russell Crowe'un, hem yönettiği hem de başrolünde oynadığı Son Umut/The Water Diviner, Çanakkale'de hayatını kaybeden oğullarının mezarlarını aramak için yolunu uzatmaktan çekinmeyen bir babanın çıktığı biraz da spiritüel bir yolculuğu anlatıyor.


Son Umut'u büyük bir sır gibi saklanan, korsan kayıt yapılmasın diye cep telefonlarının gösterimin yapıldığı salona alınmadığı, gazetecilerin tümüne buna dair bir de sözleşmenin imzalatıldığı ve Russell Crowe'la Cem Yılmaz'ın şakacı tavırlarıyla adından söz ettiren 5 Aralık günkü basın gösteriminde izledim. Filmin ardından yapılan basın toplantısına da katıldım ve hatta pek huyum değildir ama en ön sıraya oturdum oradan izledim, dinledim ve bol bol güldüm, tabii normalde Russell Crowe'la da pek sık karşılaştığım söylenemez zaten. Cem Yılmaz, Olga Kurylenko, Russell Crowe ve Yılmaz Erdoğan soldan sağa aynen bu dizilimde oturuyorlar karşımda, keyfim yerinde anlayacağınız...





Son Umut/The Water Diviner'da (ya da benim tabirimle Son Su Bulucu) Avustralyalı bir çiftçi olan Connor'ın (Crowe) üç oğlu birden Çanakkale'ye gidiyor. Göndermek istemiyor tabii adamcağız ama delikanlı bunlar, dinlerler mi! Çiftçimiz, hem oğullarının ölümünden sonra pek kendinde olmayan karısının son dileğini yerine getirmek hem de artık kendisi de rahat bir uyku uyuyabilmek için, Çanakkale'ye gidip oğullarının mezarını bulmaya karar veriyor. İlk durağı İstanbul olan uzun bir yola koyuluyor, inançlarını, doğrularını, geçmişini, geleceğini sorguladığı maceralarla dolu, sonu Kurtuluş Savaşı'na dayanan bir yol.


Binbaşı Hasan rolüne aşık olduğunu anlatıyor Yılmaz Erdoğan, fakat ilk başta Crowe'u buna ikna edememiş (kendisine aslen hangi rolün teklif edildiğini söylemeyi ise inatla reddediyor). İlk defa bir rol için ısrar ettiğini anlatıyor, at binmeyi de bu sayede öğrenmiş ayrıca neyse, Russell da inanmış sonunda görünen o ki Erdoğan adil, komik, akıllı, şefkatli, kısacası dört dörtlük bir insan olan Binbaşı Hasan rolünü kapıvermiş.






Basın toplantısında en çok heyecan yaratan konulardan biri de Cem Yılmaz'ın bu filmin de bir sahnesinde türkü söylemesiydi. Yerel bir şarkının söylenmesini Russell istemiş, ama hangi türkünün söyleneceğine Yılmaz bizzat karar vererek, Rumi takvimle 1315 yılında doğmuş 15-18 arası çocukların savaşa alınmasını, Çanakkale'de hayatlarını yitiren binlercesi için yakılan bir ağıt olan 'Hey onbeşli'yi seçmiş. Maşallah güzel de söylüyor, sahne de hoş, ama biz bunu zaten biliyorduk değil mi? Av Mevsimi V2.0? Bana biraz gereksiz bir hamle gibi geldi bu açıkçası, tabii filmin sadece Türkiye'de gösterilmeyeceğini de unutmamalı.


Bence filmin en zayıf halkası olan Olga Kurylenko'dan içinde neredeyse hiç kadın olmayan senaryodan bir rol beğenmesini istemiş Crowe, şakacı işte diyorum ya! Kurylenko'yu filmde Connor'ın yol göstericisi olan küçük Orhan'ın batılı bir anlayışla yetiştirilmiş annesi Ayşe olarak izliyoruz. Ayşe piyano çalabiliyor, İngilizce konuşuyor ve savaşta ölmüş olduğunu bir türlü kabul etmek istemediği kocasının yolunu bekliyor. Türkiye'de gösterilecek kopyada oyuncunun Türkçe konuştuğu sahnelerin hepsi bir Türk tarafından seslendirilmiş. Çünkü ne kadar çalışırsa çalışsın Türkçeyi bir Türk gibi konuşmasına imkan olmadığına hem fikir olmuş yapımcılar. Bu durum ister istemez bir mesafe yaratıyor Olga'nın sahnelerinde, çözüm yolu ne kadar mantıklı ve teknik açıdan ne kadar iyi kotarılmış da olsa, kulaklar yanılmıyor. Fakat filmi diğer ülkelerdeki gösterimlerinde izleyecek olanlar oyuncunun orijinal sesini duyacaklar... Belki de Crowe için fazla genç bulduğumdan, ikiliyi birbirine pek yakıştıramadım, tabii bir Cate Blanchett beklemiyordum ama fazla ağdalı buldum oyunculuğunu Ukrayna'lı Kurylenko'nun.





Yazarlar Andrew Knight ve Andrew Anastasios bu filmin ilhamını Charles Bean'in Gallipoli Mission/Gelibolu Görevi kitabında gördükleri kısacık bir nottan almışlar. Notta şöyle yazıyormuş, Çanakkale'de görevli bir yüzbaşı olan Cyril Hughes: “Bugün yaşlı bir adam geldi ta Avustralya'dan buraya, oğlunun mezarını aramaya. Elimizden gelen yardımı yaptık ve adamcağızı yoluna geri yolladık”. Bunun ardından Andrew'lar bir buçuk sene süren bir araştırma ve yazı sürecine girmişler, şu an Hughes'ün bahsettiği bu yaşlı çiftçinin kim olabileceğine dair hala bir fikirleri yok, ama filmi izleyen birinin, günün birinde ortaya çıkıp o anlattığınız kişi benim büyük büyük babamdı demesini ümitle bekliyorlarmış.


Yazı: Deniz Tokgöz

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.