2013 Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü kazanan “Çocuk Pozu” gösterimde. Romanya yapımı film, oğlu otomobil kazasında bir çocuğun ölümüne yol açınca onu kurtarmak için elinden gelen her şeyi yapan varlıklı bir annenin öyküsünü anlatıyor.


Film iki kadının konuşmasıyla açılır. Omuz kameraları amatör çekimlerde olduğu gibi sallanarak oyuncular arasında gider gelir. Görsel atmosfer “amatör film estetiğini” taklit eder. Renkler cansız, soluk ve yer yer monokromdur. Romen yönetmen Calin Peter Netzer, film boyu bu tarzdan vazgeçmez. Montaj da amatör film havasını taşır. Düzgün ve ritmik kesmeler yerine “jump-cut” denilen sıçramalı montaj tekniği kullanılır.


İlk olarak Fransız yönetmen Jean Luc Godard tarafından 1960’larda kullanılan bu tür “anti-Hollywood” anlatım teknikleri 1990’larda Lars Von Trier tarafından “yeniden keşfedildi”. Godard, tekniği gerçekliği eğip bükmek ve duyguyu öldürmek için kullanıyordu. Trier, tam aksine gerçeklik illüzyonu oluşturmak ve güçlü duygu fırtınaları yaratmak için kullandı. Gerçeklik ve sahicilik arayan birçok sinemacı da Trier’i takip etti.


‘Ben bilirim’ havası

Adını yogadaki bir duruş hareketinden alan “Çocuk Pozu” nun yönetmeni Netzer de, omuz kamerası, soluk renkleri ve sıçramalı montajıyla seyircide bir çeşit gerçeklik hissiyatı yaratmaya çalışıyor. Filmin ana karakteri Cornelia’yı (Luminita Gheorghiu) doğum günü partisinde ve klasik müzik konserinde gösteren giriş bölümünde söz konusu teknik, özenti, zorlama ve rahatsız edici duruyor. Cornelia’nın 35 yaşındaki oğlu Barbu’nun (Bogdan Dumitrache), yoksul bir ailenin 14 yaşındaki oğlunu kaza sonucu öldürmesiyle, yani öykünün gerçek anlamda başlamasıyla rahatsızlık da bir ölçüde sona eriyor.


Varlıklı ve güçlü Cornelia oğlunu kurtarmak için her yolu denemeye başladığında seyircinin gözünde tam bir antikahramana dönüşüyor. Sınıfsal üstünlüklerini kullanmaya çalışan Cornelia, “her şeyin doğrusunu ben bilirim” havası, oğlunu çileden çıkaran aşırı ilgisi ve sahiplenici tavrıyla tahammül edilemez ve unutulmayacak bir anne karakteri...


Duygu yoğunluğu

Buna karşılık, anne ve oğlunun çocuğunu kaybeden aileyle yüzleştiği sahnede, yönetmen filmin tonunu ve duygusunu değiştiriyor. Evlat acısını derinden hissettiğimiz bu bölümde ilk kez antipatik Cornelia’ya dahi farklı bir gözle bakmaya başlıyoruz. Duyguların bütün yoğunluğuyla perdeyi kapladığı, oyuncuların çok iyi oynadığı bir sahne bu. Ama yönetmen ne kadar tarafsız durmaya çalışırsa çalışsın, bu final Cornelia ve Barbu’yu bir çeşit aklama çabası olmaktan kurtulamıyor. Ayrıca bir başsağlığı ziyaretinin dürüst bir vicdani hesaplaşma yeri olabileceğini kim iddia edebilir ki? Barbu’nun çocuğun babasıyla yüzleşmesini dahi, otomobilin dikiz aynasından Cornelia’nın gözünden seyrettiğimiz bu final, bence gereksiz bir duygusal şovla filmin asıl meselesini belirsizleştiriyor.


Sonuçta, kötü bir film değil. Çocuğu üzerinden var olmaya çalışan bir annenin yarattığı sağlıksız ilişkiden kesitler sunmakta başarılı. Ama Berlin’de aldığı Altın Ayı dahil biraz abartıldığını düşünüyorum.





Yazı: Mehmet Açar

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir buram buram cehalet kokan bir film eleştirisi olmuş.
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.