Victor Hugo’nun ünlü klasiğinin müzikal uyarlamasından sinemaya aktarılan, Hugh Jackman, Russell Crowe ve Oscar ödüllü Anne Hathaway’in başarılı performanslar sergilediği “Sefiller”de (LesMiserables), oyuncuların şarkıları sette canlı olarak seslendirmesi, filme ekstra bir gerçeklik duygusu getiriyor.


Zoraki Kral”ın Oscarlı yönetmeni İngiliz Tom Hooper’ın imzasını taşıyan “Sefiller”, “büyük sinema” havasını taşıyan eski moda, destansı bir müzikal. Daha ilk sahnedeki o gerçekçi görkem, film boyunca varlığını hissettiriyor. 19. yüzyıl Fransa’sı dijital katkılı, özenli bir prodüksiyon tasarımıyla geliyor karşımıza.


Film, kostümleri, Oscarlı makyaj çalışması, ışığı, renkleri ve kamera hareketleriyle son derece profesyonel bir çalışmanın ürünü. Ama Hooper “büyük” lüğe sadece görsellikle ulaşmak istememiş. Müzikal filmlerin çoğunda kullanılan “önce stüdyoda kaydet, sonra sette dudak oynat” tekniğini boşverip oyuncularından kamera karşısında “tiyatro performansı” talep etmiş. Böylelikle tüm şarkılar, sette çekimler sırasında canlı olarak söylenip kaydedilmiş; orkestra müziği sonradan eklenmiş. (En iyi ses miksajı Oscar’- ının nedeni bu ince işçilik.) Bu yöntem sayesinde oyuncular playback derdi olmadan diyalogların anlamına odaklanabilmiş. “Bunun seyirciye ya da perdeye yansıması ne?” derseniz...


Müzikal filmlerde pek alışık olmadığımız güçlü bir gerçeklik duygusu, derim. Klasik Hollywood müzikali öncelikle biçimle ve müzikle ilgilidir. İnandırıcılık yerini şova ve yönetmenliğe bırakmıştır. Mesela “Chicago”yu hatırlayın; biçim hikâyenin önündedir. Hooper ise sahne şovunu hatırlatan biçimsel numaralardan uzak duruyor ve şarkılar eşliğinde sağlam bir dramatik yapı inşa ediyor. Böylelikle diyaloglar şarkı formunda olsa da kendinizi öyküye kaptırıyorsunuz.


Hugh Jackman (Jean Valjean) ya da Russell Crowe’un (Javert) açıkçası çok iyi ses renkleri olduğu söylenemez. Ama öyle bir performans gösteriyorlar ki vurguları ve oyunculuklarıyla sözlerin anlamına odaklanıp şarkı söylediklerini unutturabiliyorlar. Bu iki aktörün özellikle giriş sahnesindeki karşılıklı diyalogları, seyirciyi filmin kendine özgü gerçeklik duygusuna ve farklı yapısına hazırlıyor. Hooper, Fransız edebiyatının tüm dünyada çok okunan ve sevilen klasik eserine, anlam olarak yeni bir yorum getirmiyor.


Uzun ve yorucu bir film

Orijinal romanın ana iskeleti korunuyor: Adalet sistemini temsil eden katı Javert, bir din adamının bağışlayıcı tutumuyla sadece kendi hayatını değil başkalarının hayatını da olumlu yönde değiştiren Jean Valjean, Fransız devriminin sancıları ve yoksul Fantine (Anne Hathaway) gibi dönemin toplumsal yapısını simgeleyen karakterler yerli yerinde duruyorlar...


Hooper’ın asıl amacı, sinema ve performans sanatlarının sinerjisiyle gerçekçi bir müzikal dram yakalamak... Hedefine ulaştığı kesin ama açık söylemek gerekirse, şarkılarla ilerleyen 158 dakikalık bu filmi takip etmek bir noktadan sonra yorucu, yer yer sıkıcı hale gelebiliyor. Paris sokaklarındaki ayaklanma gibi sahnelerin filme getirdiği enerji, özellikle oyuncuların tek başlarına şarkı söylediği bölümlerde yok olup gidiyor. Yine de Oscarlı Anne Hathaway ile Oscar adayı Hugh Jackman başta olmak üzere oyuncuların üstün performansı ve yönetmenliğiyle seyre değer bir film.


Haber: Mehmet Açar

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.