David O. Russell, özellikle “Üç Kral” (Three Kings, 1999) ve “Dövüşçü” (The Fighter, 2010) gibi filmleriyle önemseyip sevdiğim bir yönetmen. Benim için daha çok; sığ, hafif öykülerden uzak durması ve inandırıcı karakterlerin yaşadığı gerçekçi dünyalar kurmak istemesiyle öne çıkıyor. Matthew Quick’in aynı adlı romanından uyarladığı “Umut Işığım” da da aynı kaygılarla geliyor karşımıza. David O. Russell, romanda finale kadar okurdan saklanan “duş sahnesi”ni filmin daha ilk bölümünde seyirciye sunarak öncelikle “sürpriz final etkisi”ni devre dışı bırakıyor. Yine buna bağlı olarak, radikal bir kararla Pat’in hafıza kaybı sorununu ortadan kaldırıyor. Oysa romanda Pat, 4 yıl kaldığı hastaneden çıktığında oraya niye girdiği dahil çoğu şeyi hatırlamayan bir karakterdir.


Hollywood’un “hafıza problemleri ve sürpriz final etkisi” ni fazlasıyla kullanıp artık suyunu çıkardığını düşünürsek, Russell’ın kendi sinemasına uygun, cesur ve antipopüler kararlar verdiği kesin. Bayat numaraları bir yana bırakıp romanın en güçlü yanlarından biri olan Pat - Tiffany ilişkisine odaklanması çok doğru bir tercih. Travmalarla baş etmeye çalışan bu iki sorunlu karakterin çalkantılı, duygusal serüveni Russell’a sağlam bir dramatik malzeme, seyirciye de sürükleyici bir öykü sunuyor.


Russell, aileleriyle yaşamak zorunda kalan işsiz güçsüz Pat ile Tiffany’nin öyküsündeki mizahı da çok iyi yakalıyor. Her şeyini kaybetmiş olsa da hâlâ eski eşine dönmek isteyen Pat’te Bradley Cooper; ölen kocasının ardından teselliyi sekste arayan Tiffany’de ise Jennifer Lawrence seyircinin kalbine dokunmasını bilen, akılda kalıcı portreler çiziyorlar. Çatışmaları ve uyumsuzluklarına rağmen birbirlerine yaklaşmaları, birçok aşk filminin aksine, akılda kalıcı sinema anları ortaya çıkarıyor. David O. Russell’ın oyuncularını yakından takip eden hareketli ama sallantısız kamerası ve kısa, seri planlardan oluşan montajı, aslında Pat’in dengesiz, parçalanmış iç dünyasını yansıtıyor. Pat sakinleşip ruh sağlığına kavuştukça plan süreleri uzuyor, kamera ağırlaşıyor.





Filmin bence en önemli sorunu, finale doğru, özellikle kalabalık sahneler eşliğinde romantik komedi ve “kendini iyi hisset filmi” türlerinin suyuna girmesi. Böylelikle, öykünün buruk ve ironik tadı biraz kaçıyor. Robert De Niro’nun oynadığı baba karakterinin maddi, manevi sorunları ve oynadığı bahisle finale doğru öykünün odağına yerleşmesinin de filmin aleyhine olduğunu düşünüyorum. Russell, keşke romana sadık kalsa ve anneyi ön plana çıkarsaydı. Romandaki gibi oğlundan utanan, iletişim kurmayan ve gerçeklerden kaçan baba, silik ama daha gerçekçi bir karakter olabilirdi. Galiba burada “De Niro faktörü” devreye girmiş...


Chris Tucker’ın da yan bir rolle mizah duygusuna katkıda bulunduğu “Umut Işığım” başta Jennifer Lawrence olmak üzere oyuncularının performansı ve inandırıcı aşk öyküsüyle öne çıkan, Oscar’larda da adından söz ettireceğini tahmin ettiğim seyre değer bir film.





Filmin notu: 7


Haber: Mehmet Açar

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.