“Tırnakları yenmiş bir hayatın, kanayan parmak uçlarındaydı umutlarımız…”




Hangimizin tırnakları yenmemiş, sızlayan bir zamanı olmamıştı ki? Bazılarımızınsa, gidenden habersizce parmak uçları can yakarcasına kanamıştı…


Orta halli Duru ailesinin, çeşitli sağlık sorunları nedeniyle zamanından geç dünyaya gelmiş, zor şartlarda büyümüş biricik kızları… Güzeller güzeli Damla… Öğretmen Anne-Babayla bir ilden diğerine süren yolculuklar, aidiyet duygusunu yok etmiş, “artta bırakılmış eksik sevgiler”i, daha çocukluğundan ezber etmişti kaderi. Naif yüreği, bu yarım kalmışlığa, iki yakası bir araya gelmez şehir terk etmelerine nasıl direnebilirdi? Zaman su gibi akınca büyümüş ve hayalleriyle birlikte, bu defa hiç gitmemek üzere İstanbul’a gelmişti. Yine çok yalnızdı…“belki bu kez O’dur.” dediği bir erkek arkadaşı vardı gerçi. Mert! Ama yazık ki yalnızlık, daha öncekilerde olduğu gibi Mert’le de yürekten el ayak çekmemişti. Şimdi mevsim Son/Bahardı… Ve yalnızlık nedense her Sonbahar daha acıtırdı… Eylül!.. Tanrı’nın gözyaşları sayardı hazan sağanaklarını. Çocukluğundan bu yana Tanrı her ağladığında pencere kenarına yapışır, yağmurların dertlerini de beraberinde götürmesi için sessiz dualar ederdi. Ama o bile haykırışlarına kulak tıkadıysa, sıradan bir insan nasıl duyabilirdi? Dostlar ve sevdiği erkekleri hasat edemediğinden yalnızlığını, son Sonbahar kurtulmanın çaresini bu kez hiç tanımadığı insanların arasında bulmaya karar vermiş, hayatın kıyısındaki diğer üç kadınla, bir terapi grubuna katılmıştı. Tek güvendiği erkeği vardı... “Baba”sı!.. Ve bir tek hayali! Yalnızca, o gitmeden, güven başlığı altında yanına biri daha gelmeliydi…






Ve kadere kayıp Mehmet… Şehirde adından söz ettirecek kadar başarılı bir Psikiyatr. Onunsa çok gideni olmuştu. Gün gelmiş bütün ayrılıkları toprakta nihayete ermişti. En güvendiği kadın Anneciği ve emanet olduğu can yarısı teyzesi… Yürekten kapıdışarı ettikleriniyse, hiçbir zaman ayrılığa dâhil etmemişti. Hayatındaki niceliğe inat, kendinden başka bileni olmadığı kadar yalnızdı…





Birinin kimsesi yoktu, diğeri kalabalıktı. İkisi de çok yalnız, sayılarsa yalnızlığa faydasızdı. Erkeğin duaları, kadının masalları vardı. Birgün dualardaki kadın, masallardaki erkekle karşılaştı. Kadın ne kadar masumsa, erkek o denli günahlıydı, ama ikisi de saf âşıktı… Kaderse dualarda saklıydı. Ve erkek son kez Allah’a sığındı. Âşık olduğu kadının teniyle arlanmış avuçlarını açıp yalvardı, “Ey Tanrım! Bu aşkı da veresiye bahşettiysen, alacak defterinde kapanmayı bekleyen bir hesap daha kalmışsa, bunu o gelmeden tahsil ettirmeliydin şeytanına. Affet! Artık çok geç!.. Ona duyduğum aşk, kıyas götürmez hiçbir mukadderatla…


>> "Kimi Terk Ettiysem Unutamadı" adlı kitabın tanıtımını izlemek için lütfen tıklayın...


Serdar Oğuz kimdir?

Her şey 24/03/1976 yılında Rize’de başladı, şuan İstanbul’da devam ediyor. Bundan tam 13 yıl önce, sene 1999… İZZET ÖZ PPRODUCTIONS’la profesyonel olarak yönetmenliğe başladım. Ardından televizyon kariyerim geldi. ELMAVISION TV’de çeşitli program ve Advertorial’lar çektikten sonra ATV’de Tanıtım Yönetmeni ve Metin Yazarı olarak çalıştım. Başarıyla geçen 2 sene ardından KANAL D’ye transfer oldum. Okuyucularımla tanışmam KANAL D dönemine rastlar. Reyting rekorları kıran, “IHLAMURLAR ALTINDA” için hazırladığım tanıtımlara yazdığım mektup ve şiirler oldukça ses getirdi ve ilk kitabım “SÖZ VERMİŞ AŞKLARA” geldi. Yazmaya başlayınca asla sonu gelmez, virüs hızla kanında dolaşmaya başlarken ruhun yeni hikâyelere baskın yer. “Zaman ve Gitmek” üzerine denemelerimi topladığım ikinci kitabım, “AŞKA İNAT ZAMANLAR” ise hemen ardından geldi. KANAL D’den STAR TV’ye Creative Meneger ve Tanıtım Müdürü olarak transfer oldum. STAR TV’nin birçok imaj ve tanıtım filmlerine imza attım ve 2010’da STAR TV’deki görevimden ayrıldım. Ihlamurlar Altında, Yaprak Dökümü, Genco, Hırsız-Polis, Asi, Gönül ve daha birçok diziyle geçen uzun bir televizyon kariyerinin ardından hikâyelerime yoğunlaştım.


Uzun süredir zaman ayıramadığım senaryolarımı toparladım, üstüne yeni hikâyeler yazdım. Bugün düşlerim ilk meyvesini verdi. “KİMİ TERK ETTİYSEM UNUTAMADI/ KİMİ SEVDİYSEM BİR DAHA HİÇ ARAMADI” Düşler dediğime bakmayın, Damla’yla Mehmet’in hikâyesi hiçbir zaman hayal ürünü olmadı. Gidenlerden, gittiklerimden, acılardan, kısaca hayattan damıtıldı. Biliyorum, hüzünlerim evrensel! O sebeptendir ki, uzaklarda hiç tanımadığım birileri kitabımı okuduğunda kendine ait bir yaşanan bulacak ve tıpkı benim gibi o da...


İşte böyle… Damla ve Mehmet… Belki de hepimiz! KİMİ TERK ETTİYSEM UNUTAMADI/ KİMİ SEVDİYSEM BİR DAHA HİÇ ARAMADI… Belki de hepimizin hikâyesi…


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.