Stieg Larsson, 2004’te 50 yaşında kalp krizinden öldüğünde, yayınevine üç romanlık bir seri olarak


teslim ettiği eserinin yayımlandığını dahi görememişti. Romanın ana kahramanı Blomkvist gibi o da hayatı boyunca kadın düşmanlığına, ırkçılığa ve faşizme karşı mücadele vermiş araştırmacı bir gazeteciydi. Sosyal refahın simgesi İsveç’in imajını kazımak ve parıltının altından çıkan marazi manzaraları dünyaya göstermek istiyordu. Bir şirketin komplosuyla prestij kaybına uğrayan tecrübeli ile 23 yaşında başı dertte, asosyal bir hacker olan Salander’in, İsveç’in önde gelen sanayici Vanger Ailesi’nin karanlık sırlarını çözdüğü “Ejderha Dövmeli Kız”ın ve peşinden gelen diğer iki romanın olağanüstü başarısı üzerine İsveçliler, 2009’da seriyi sinemaya uyarladılar. Özellikle ilki iyiydi ama “İngilizce konuşan dünya” için bir şey ifade etmeyeceği açıktı. Hollywood’un “topa girmesi” gecikmedi. Heyecan verici olan, yönetmenin David Fincher ıydı. Kariyerinde “Dövüş Kulübü”, “Benjamin Button”, “Zodiac” olağan dışı filmler bulunan yaratıcı bir sinemacının Larsson’un romanından nereye varacağını merak etmemek mümkün değildi.


Sağlam ve sıkı örülmüş bir film


Fincher’ın o nefis hikâye anlatımıyla İsveç versiyonunu daha ilk planlardan itibaren geride bırakmaya başlaması kuşkusuz şaşırtıcı değil. Atmosfer, her Fincher olduğu gibi yine incelikle, özenle kuruluyor. Görüntü yönetmeni Cronenweth, İsveç’in o donuk, homojen kuzeyışığını, gerek iç gerekse dış mekânlarda alışık olmadığımız kadifemsi bir sıcaklıkla yansıtıyor perdeye. Ailesi’nin yaşadığı ve geçmiş sırların, suçların adeta karlar içinde saklandığı adadaki kış tasvirleri, birer tablo tadında. İsveç’i, karakterlerin İngilizce konuştuğunu unutturacakkadar iyi tasvir eden Fincher, yaratıcı kadrajlarıyla hikâyeyi resimlemekte yine çok başarılı.“Sosyal Ağ”da açı / karşı-açı montajına özgün bir ritim ve hız getiren , burada ise paralel


kurgudaki yaratıcılığını konuşturuyor. Böylece, Blomkvist (Daniel Craig) ve Lisbeth’in (Rooney


Mara) büyük bölümünde farklı mekânlarda olmasını bir avantaja çeviriyor. İsveç versiyonundaki kurgu dağılmalarına, ritim bozukluklarına rastlamak mümkün değil. Sağlam ve sıkı örülmüş bir film bu.


Fincher lezzetini taşıyor


Ne var ki, Fincher’ın romanın dramatik malzemesini çok daha iyi ya da yaratıcı bir biçimde kullandığını söylemek zor. Fincher klip lezzetindeki ön jeneriğinde ve afişteki gibi Blomkvist Lisbeth’i birbirlerini tamamlayan bir çift olarak çiziyor. İsveç versiyonunda aralarındakikültürel farklılıklar ve iki ayrı çağı temsil etmeleri çok daha iyi yansıtılıyordu. Ayrıca daha derinlikli ve politikti. ise başarısızlıktan endişe eden biraz pasif bir karakterçiziyor. Son yıllarda sinemanın gördüğü en ilginç şahsiyetlerden biri olan Salander’da


Rooney Mara, minyon fiziğinin yardımıyla karakterin hassasiyetini, sabrını ve kararlılığını


gösteren yaratıcı bir yorum getiriyor. Lisbeth’in daha bıçkın ve agresif yorumlandığı İsveç versiyonu, “salaşlığı”rağmen damakta otantik bir tat bırakıyordu. Fincher’ın Steven Zaillan’ın senaryosundan gerçekleştirdiği adaptasyon, romana bir Amerikan şıklığı ve İngilizce konforu getirse de romanın içeriğini ıskalamıyor. Dini bağnazlık eleştirisi belki biraz sönük kalıyor amamodern İsveç’in geçmişinden bugüne yansıyan gizli faşizm ve kadın düşmanlığının altı doğrubir biçimde çiziliyor. Bir Fincher başyapıtı olmasa da onun sinemasının lezzetini taşıyan birfilm... İki buçuk saati aşkın sürenin rahatsız edici olmadığını, Stellan Skarsgård, Steven Berkoff,Christopher Plummer Joely Richardson oyuncuların da başarılı kompozisyonlar çizdiklerini ekleyelim.


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.