Geçtiğimiz yılın Türk sinemasına genel olarak bakıldığında sanatsal kalite açısından kötü bir manzara yoktu. Sözgelimi, en çok seyirci toplayan iki film “Eyyvah Eyvah 2” ve “Aşk Tesadüfleri Sever”, belirli bir düzeyi tutturan filmlerdi. Her ikisi de prodüksiyon kalitelerinin yanı sıra özenli anlatımları ve nitelikli oyuncu performanslarıyla dikkat çekiyorlardı. Ama iş, en iyileri seçmeye geldiğinde üst sıralarda yer alabilecek filmler değildiler. 2011’de gösterime girenler arasında en iyi Türk filmleri bana göre şöyle sıralanıyor:


Bir Zamanlar Anadolu’da: Bir gece yarısı Anadolu bozkırının karanlığında başlayıp, kasabadaki sıkıntılı bir güne uzanan film, ilk bakışta taşradaki iktidar kastını oluşturan erkekler dünyasının sorunlarıyla ilgili gibi duruyordu. Ama bu kabuğun altında çok daha fazlası vardı. Nuri Bilge Ceylan‘ın filmi üzerine içeride ve dışarıda çıkan yazılardaki birbirinden farklı ama çoğu doğruluk payı taşıyan yorumların zenginliği de gerçek bir başyapıtla karşı karşıya olduğumuzu kanıtlamıyor mu?


Gölgeler ve Suretler: Kıbrıs’ta yaşananları, Rumlarla Türklerin yaşadığı bir köy üzerinden, sorunun can alıcı damarlarını yakalayarak anlatmayı başardı. Derviş Zaim, gölge oyunundan Platon’un “Devlet” kitabına dek uzanan referansları da filme çok iyi monte etti.


Dedemin İnsanları: Çağan Irmak, mübadele yıllarına döndü, Ege’nin iki yakası arasında kalan insanların hayatlarından hazin sayfalar açtı. Savaşlar, darbeler arasında bir türlü Girit’e dönemeyen Mehmet Dede karakteri aracılığıyla bir kuşağın acılarını yeniden gündeme getirip, seyircinin kalbini bir kez daha fethetti.


Nar: Ümit Ünal, ne zaman kamerasını iç mekânlara kurup, o mekânlarda soluk alıp veren insanları anlatmaya başlasa, “Dokuz” ve “Ara”da olduğu gibi parlak sonuçlar elde ediyor. Farklı sınıflardan gelen üç kadın ve bir erkeğin arasında, Boğaz kıyısındaki bir apartman dairesinde yaşanan hesaplaşmalar, vicdan ve ahlakla, hatta bir yanıyla Türkiye’nin bugünüyle ilgili anlamlı bir öyküye taşıyor bizi. “Tek mekân filmi” olmayan “Nar”, teatral bir yapıya da sahip değil. ı, dar mekândaki kamerası, akıcı kurgusu ve Türk sinemasında benzerini pek göremeyeceğimiz rüya sahnesiyle gayet sinemasal bir film.


Entelköy Efeköy’e Karşı: İlk filmi “Dondurmam Gaymak”ı da dahil edersek, Yüksel Aksu neredeyse yeni bir köy filmi çekme modeli oluşturdu. Bertolt Brecht’i hatırlatan yabancılaştırma efektlerini, Anadolu kültürüyle harmanlaması bir yana, köylülük ve köy üzerine tartışmaya açık ama önemli şeyler söyledi. Ve tüm bunları yaparken, güldürdü, eğlendirdi, düşündürdü.


Press: Bizi yeniden gazetecilik ve onun anlamı üzerine düşündürmeyi başaran bu film, son derece mütevazı yapım koşullarına rağmen, Sedat Yılmaz‘ın duygu sömürüsünden uzak, yalın anlatımıyla yılın en iyilerinden biri olmayı hak etti.


Atlıkarınca: Yönetmen İlksen Başarır, Mert Fırat‘la birlikte yazdığı senaryoda ensest gibi sinemamız için tabu olan bir konunun üzerine cesaretle gitti. Malzemesini sömürmeden, düzgün bir sinemayla başarılı bir sonuca ulaştı.


Kâğıt: Sinan Çetin, bu kez başı sonu belli bir öykü ve yine etkileyici bir yönetmenlikle çıktı karşımıza; otoriter devlete karşı bir kez daha bireyin özgürlüklerini savundu. Bu listeye giremeyen ama adını anmak istediğim 4 film ise şöyle sıralanıyor: “Kaybedenler Kulübü” (Tolga Örnek), “Saç” (Tayfun Pirselimoğlu), “Zefir” (Belma Baş) ve “Bizim Büyük Çaresizliğimiz” (Seyfi Teoman).

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.