Mektup, yazı bulunduktan sonra ortaya çıkan eski edebiyat türlerinden biri. Batı’da türün ilk örnekleri Yunan edebiyatında görülür. Latin edebiyatında gelişip yaygınlaşır. Bu alanda yazanların başında Cicero (MÖ 106-43) gelir. Rönesans’tan bu yana Avrupa’da yaygınlaşan mektup edebi anlamda en büyük gelişmeyi Fransa’da gösterir. İnsanlığın yüzlerce yıl boyunca mektupla ilişkisi kendine has ritüeller oluşturur.Mektup türünün Türk edebiyatında da uzun bir geçmişi var...


Aşkın en güzel ifadesi

Okuduğumuz onca romanda, izlediğimiz filmlerde de karakterler birbirlerine hep mektup yazar, bu şekilde haberleşirlerdi. Bazı kalıplaşmış sözlerle başlasa da okur bilirdi ki mektubu gönderen zamanla kendini daha iyi ifade edecek ve yazdıkça içini açacak. Zira masanın başına oturup mektup yazmaya başlamak zamanla çekimserliği üzerinden atmakla sonuçlanırdı. Ve sonunda ortaya, yazanın kendini tüm açıklığıyla ele verdiği bir portre çıkardı. Bunu sözler anlatamazsa yazının şekli, kâğıdın kırışıklığı ya da duyguyla yoğruluşu bir şekilde anlatırdı elbet.


Aşkın da, özlemin de en güzel ifade yöntemlerinden biriydi mektup. Rumen asıllı şair Paul Celan ile Avusturyalı yazar Ingeborg Bachmann’ın, Fransız romancı Honoré de Balzac’la Polonyalı kontes Evelina Hanska’nın, Bedri Rahmi Eyüboğlu ile Ernestine Letoni’nin, Napolyon Bonapart ile Josephine’in mektuplara dökülen aşkı, en bilindik örnekler oldu. Zaman değiştikçe iletişim yöntemleri de değişmeye başladı.


Mektuptan çok az söz edilir oldu, mektup nostaljik bir iletişim aracına dönüştü. İnternet altyapısının dünyanın dört bir yanını sarmaya başlaması, çağın ritmini hızlandırdı. Bu yeni zamanda mektup uyuşuklukla, her şeyi ağırdan alışıyla suçlandı. E-postalar, gözde yazılı iletişim biçimi oldu. Özellikle iş ortamlarında yoğun bir şekilde kullanılan e-posta, birkaç saniye içinde karşı tarafın mesaj kutusunda belirdiği için mesafelerin varlığını önemsiz kıldı. Teknolojinin bütün fiziksel sınırları aştığı bir çağın küçük bir sembolü oldu bir anlamda.


Teknolojiyle gelen hızın artılarıyla birlikte elbette birtakım olumsuzlukları da oldu. Bir ekranın ardından süren iletişim, temel duyularımızdan dokunma hissini ortadan kaldırdı. Ama en temelde “hasret” duygusunu yaşamamızı ortadan kaldırdı. Çünkü mektup yazmak için, kâğıt kalem kadar hasret de gerekliydi. Oysa anlık iletişim, yani elektronik posta ya da “chat”, hasret duygusu yaşamamızı engelledi. Kafka’nın Milena’ya, Stendhal’in Mathilde’e, Aragon’un Elsa’ya, Sartre’ın Simone de Beauvoir’a yazdığı mektuplar, internet ortamında aynı duyguları hissetmemize neden olabilir mi?


Stendhal’den Mathilde’e

“Çok mutsuzum, gün geçtikçe sizi daha çok seviyorum, sizse artık bana eskiden gösterdiğiniz en basit dostluğu bile göstermiyorsunuz. Aşkımın son derece çarpıcı bir kanıtı var; sizinle birlikteyken içine düştüğüm, kendime kızmama neden olan ama üstesinden gelemediğim sakarlık.


Salonunuza gelene kadar cesaretim yerinde, ama sizi görür görmez titremeye başlıyorum. Yarın gidiyorum, sizi unutmaya çalışacağım, eğer elimden gelirse, ama pek başaramıyorum. Bugün, en büyük işim ihtiyatı elden bırakmadan sizi görebilme yollarını aramak oldu. Sizi yanınızdayken değil de sizden uzaktayken daha çok seviyorum. Sizden uzaktayken bana karşı iyi olduğunuzu düşünüyorum, oysa yanınızdayken varlığınız bu tatlı hayalleri yok ediyor.”


Franz Kafka’dan Milena Jasenska’ya

“...Dün gece düşümde sizi gördüm. Ayrıntıları anımsayamıyorum, bildiğim tek şey birbirimizin içinde eriyip ağladığımız. Ben sizdim, sizse ben. Sonunda nasıl olduysa alev aldınız. Ateşin kumaşla söndürüleceği aklıma geldi, eski bir ceket alıp üzerinize vurmaya başladım. Ama bu kez görünümünüz de değişmeye başladı, değişti, değişti, sonunda artık görünmez oldunuz, bu kez ben yanıyordum, ceketle alevleri döven de bendim. Ama dövmemin bir yararı olmadı ve bu tür şeylerin yangını söndüremeyeceğine ilişkin eski korkumu doğruladı. Bu arada itfaiyeciler geldi ve nasıl olduysa sizi kurtardı. Ama eskisinden farklıydınız, hayalet gibiydiniz, karanlığa tebeşirle çizilmiş çizgilerden oluşuyordunuz sanki, sonra kollarıma yığıldınız, ölmüştünüz ya da belki kurtarılmış olmanın verdiği sevinçten bayılmıştınız. Ama burada da şekil değiştirmenin belirsizliği devreye girdi, belki de birinin kollarına yığılan bendim...”


Albert Einstein’dan eşi Mileva’ya

“Sevgili Pisiciğim, az önce, Leonard’ın ultraviyole ışıktan katot ışınlarının elde edilmesine dair muhteşem bir makalesini okudum. Bu güzel yazının etkisiyle öyle bir mutlulukla doldum ki senin de bundan mutlaka payını alman lazım. Moralini bozma sevgilim ve kuruntulara kapılma. Seni bırakmayacağım ve her şeyi mutlu sona vardıracağım. Sadece birazcık sabır.”


Haber: Haldun Yazar

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.