İş çıkışı arkadaşlarınızla keyifli bir akşam yemeği için buluştunuz. ‘Merhaba’ der demez, görüşemediğiniz onca zamanda yaşadıklarınızı, başınızdan geçenleri büyük bir heyecanla birbirinize anlatmaya başlarsınız. Konu konuyu açar ve o keyifli muhabbetin sonu gelmesin istersiniz.


İş ortamınızda neler olup bittiğini, yeni bir erkekle flört etmeye başladığınızı, ilk buluşmanın nasıl geçtiğini, heyecanınızı ya da yaşadığınız komik veya romantik anları anlatırken, bir bakarsınız ki kendi yaşadıklarınızdan çoktan kopup gitmiş başkalarının hayatıyla ilgili bir şeyler anlatıyor ve yorumlarda bulunuyorsunuzdur. ‘Kerem, Sevgililer Günü’nde Ceren’e evlenme teklif etmiş ve ona kocaman bir tek taş almış. Çok sevindim Ceren adına, darısı başımıza kızlar’ gibi cümleler kurulduğu anda dedikodunun çekim alanına çoktan girmişsiniz demektir.


Aranızda; ‘Bunlar da dedikodu sayılıyorsa, peki biz ne konuşacağız’ diye soranlar olabilir. İşte kötü şöhretiyle namı yürüyen dedikodunun, her zaman kötü bir niyet taşımadığını gösteren en masum örneklerden biri bu. Başkalarının yaptığı yanlışlar, absürd davranışlar, başına gelen kötü olaylar ya da zayıflıklar hakkında konuşmak dedikodunun sözlük anlamına uysa da mutluluklar, başarılar hakkında konuşmanın da bir tür dedikodunu olduğunu çoğu zaman göz ardı ediyoruz. Bu yüzden dedikodu sadece başkasını negatif anlamda eleştirmek ya da onu küçültmek anlamına gelmiyor.

Dedikodu yap, stresini at

Türk Dil Kurumu’nun tanımına göre dedikodu: ‘birilerini çekiştirmek ve kınamak üzerine yapılan konuşma’ anlamına geliyor. Bu haliyle dedikodu negatif bir anlam içermesine karşın, ister inanın ister inanmayın, hayatımızın yüzde 80’i aslında birilerinin hakkında konuşarak geçiyor. Üstelik bu, insanlar kalabalık gruplar halinde yaşamaya başladığından beri var olan bir gerçek.


Eskiler; bulundukları grup içindeki her bir üyeyi teker teker gözlemlemek ve tanımak imkânsız hale geldiği için dedikodu ya da biraz daha yumuşatacak olursak söylentiler yoluyla birbirleri hakkında fikir sahibi olmaya başladılar. Bu yüzden de herkes kendi davranışlarına dikkat ediyor ve haklarında kötü bir şey konuşulmasını önlemeye çalışıyordu. Halen küçük gruplar içerisinde yanlış davranışlarda bulunan biri hakkında dedikodu yapmak ve o kişinin adını kötüye çıkarmak, yanlış davranışın engellenmesi ya da kimsenin bundan zarar görmemesini sağlamak için seçilebilecek yegâne yollardan biri olarak görülüyor.


Dedikodu aynı zamanda toplum içerisinde sosyalleşmemizin en etkili yollarından biri, çünkü herhangi bir bilgiyi başkalarıyla paylaşmanın ve onlarla etkileşime geçmenin en kolay şekli. Üstelik dedikodunun bünyeye faydalı olduğu da bilimsel olarak kanıtlandı.


Toplumsal düzeni korur

Psikologların toplumu ya da bireyi koruma amaçlı yapılan dedikodunun etkileri üzerine yaptığı küçük bir araştırmada birinin arkasından konuşmanın aslında sosyal yararları olabileceği ortaya çıktı. Çalışmayı gerçekleştiren Toplum Psikolojisi Uzmanı Robb Willer; “Dedikodu kötü olabilir ama aynı zamanda iyi de olabileceğini gözden kaçırma eğilimindeyiz” diyor.


Yapılan bir deney serisinin ilkinde araştırmacılar katılımcıların bir tür güven oyununu gözlemlemelerini istedi. Oyuncular bu oyunda cömertlikleri ve ellerindeki paranın ne kadarını karşı tarafla paylaşmak istediklerine göre puan kazanıyorlardı. İlk deneyde bu oyunu seyredecek olan 52 gönüllü kalp atışlarını ölçümleyen bir alete bağlandı. Oyunculardan biri hile yapıp bütün puanları kendisinde topladığında, bunu gözlemleyenlerin nabzının yükseldiği belirlendi. Gönüllü gözlemciler bu adil olmayan sonuç karşısında hayal kırıklığına ve haksızlığa uğramış hissettiklerini raporlarına not düştüler. Gözlemcilerin çoğu bu adil olmayan durum karşısında kendilerine fırsat tanındığı takdirde bir sonraki oyuncuya, karşı taraftaki kişinin hile yaptığını ve ona güvenmemesi gerektiğini anlatan bir not göndermek istediklerini belirtti. Buna izin verilmesinin ardından gözlemcilerin yükselmiş olan nabızları normal ritmine geri döndü. Bu sayede hem haksızlığa uğrayan kişinin kendini koruması için sosyal bir görevi yerine getirmiş oluyorsunuz hem de içinizde tuttuklarınızı başkalarıyla paylaştığınız için taşıdığınız yükü hafifletiyorsunuz. Doğal olarak stresiniz azalıyor. Bu bakımdan küçük pembe yalanlar ne kadar zararsızsa kötü niyet içermeyen dedikodular da bir o kadar bünyeye ve hatta topluma faydalı diyebiliriz.


İyi niyetli dedikodu

Hepimizin içinde gizlenen bir kahraman yok mudur ki kötü bir durumu ya da birine zarar verebilecek bir şeyi önlemek istemesin? Aslında çok zor bir durumdur, biri hakkında negatif bir bilgiye sahip olup bunu başka biriyle paylaşıp paylaşmamaya karar vermek. Birini koruyayım ya da ona iyilik yapayım derken, yanlış anlaşılıp haklıyken haksız duruma düşmeniz ya da o kişiyi kırmanız an meselesidir. Diyelim ki o kişiyi korumak için sahip olduğunuz bilgiyi paylaştınız ama ya bu düşündüğünüz gibi olumlu bir sonuç doğurmazsa? Çünkü klişe bir laftır ama gerçekler acıdır ve iyilik yapayım derken, ona daha çok zarar verebilirsiniz. Çoğu kişinin başına gelmiş olma olasılığı yüksek bir durumdan yola çıkabiliriz aslında bu duruma bir örnek vermek gerekirse.


En yakın arkadaşınız erkek arkadaşından ayrılmıştır. Çok üzgündür. Onu teselli etmek ve kafasını dağıtmak için elinizden ne gelirse yaparsınız. O, eski erkek arkadaşının adını içki masalarında sayıklayadursun, onun başkasıyla çoktan bir ilişki yaşamaya başladığınıve üstüne üstlük beraber olduğu kişinin de aynı iş çevresinden olduğunu öğrenirseniz, ne yaparsınız?


Bıyık, sakal misali sussanız bir türlü, susmasanız başka türlüdür. “Keşke haberim olmasaydı” cümlesi sık sık aklınızdan geçer. Sahip olduğunuz bilgiyi paylaştıktan sonra en yakın arkadaşınızın daha mutlu ya da mutsuz olacağı ise duruma göre değişir.


Sonuç ne olursa olsun, ister iyi ister kötü niyetli, dedikodu insan doğasının bir parçası ve büyük ihtimalle siz arkadaşınızı uyarmak ve onun daha fazla üzülmemesini sağlamak adına o ‘iyi’ niyetli dedikodunuzu çoktan yapmışsınızdır.

Kim demiş kadınlar dedikoducu diye

Diğer yandan 16. yüzyılın İskoçya’sında bir kadın olarak yaşamadığımız için kendimizi şanslı saysak yeri çünkü dedikodunun cezası eski çağlardaki birçok toplumda çok ağır ve hatta ölümcüldü. Kafanıza geçirilip ağzınıza bağlanan bir tür cezalandırıcı aletle halk önüne çıkarılıp teşhir edilmek kadar küçük düşürücü ve konuşmaya çalıştığınız her anda o aletin dilinizden sizi çekiyor olması kadar can acıtıcı bir şey olmasa gerek. Evet; ‘dedikoducu’ olarak ün salıyor olmak elbette hoş değil. Ancak kim ‘Hiç dedikodu yapmadım, asla da yapmam’ derse, bu da pek inandırıcı olmaz çünkü günlük yaşamın akışı içerisinde kimi zaman bilinçli olarak kimi zamansa farkında olmadan dedikodu yapıyoruz.


Dedikodunun bu kötü şöhreti sıklıkla kadınlarla birlikte anılmasına rağmen yapılan bir araştırma erkeklerin de en az kadınlar kadar dedikoducu olduğunu ortaya çıkardı. Buna pek de şaşırmamak gerekir, çünkü insan doğasının bir parçası olan bir durumdan bahsediyoruz. Kadın ya da erkek olun, sosyal hayatımız içine girebilecek her türlü konuyla ilgili sürekli çevremizdeki insanlarla etkileşim ve iletişim içerisindeyiz. Hal böyle olunca ‘dedikoducu’nun cinsiyeti pek de olmuyor. Erkeklerin yaptığı muhabbette de işten güçten, sevgiliden, maçtan konuştuktan sonra ‘Burak, kız arkadaşı İpek’i aldatmış abi’ diye başlayan konular illa ki açılıyor. Bu yüzden yaptığımız sohbetlerin içinde az çok, iyi ya da kötü mutlaka dedikodu barınıyor.


Haber: Zeynep Sipahi

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.