Kendinizi daimi bir turist ve hatta bir kâşif olarak nitelendiriyorsunuz. Ne tür kaygılarla bu gezilerinizi yapıyorsunuz? 90’lı yıl lar da stüd yo da ça lış ma nın benim için yeterli olmadığı nı fark ettim. İşlerimi geliştirmek için dışarısıyla daha realist bir karşılaşma yaşamam gere ki yordu. Dolayısıyla çok fazla seyahate çıktım ve gezdim. İlk başta her zaman yabancı ve turistsiniz. Önce başlıca görülecek yerlere gidiyorsunuz. Ama bir süre sonra daha fazla za man geçirdikçe oradaki günlük hayatı yaşamaya başlıyorsunuz. Zaten o geçiş te ilk sulu boyalarım başladı ve onları zihinsel haritalar olarak adlandırdım.




“Zihinsel haritaları ” çizerken neleri ön plana alıyorsunuz?


İlk başta gezilmesi gereken yerlere giderken daha sonra banliyö tabir ettiğimiz yerleri gezmeye başladım. Şehrin çeperlerine giderken, bunlar sonuçta çok uzak yerler ve bunları zihnimde kısaltıyorum. Onları tuvale yerleştiriyorum ve bunlara zihinsel haritalar diyorum. Önemli olan şehri tecrübe etmek. İster fakir ister zengin banliyöler olsun, geziyorum. Bol bol yürüyorum.




Peki İstanbul’ da nereleri gezdiniz?


İlk gelişim 15 yıl önceydi. İkinci gelişim ise 2 yıl önceydi. Zaten o gelişimde de sergi fikri başladı. Öncelikle İstanbul’da Tarihi Yarımada’yı gördükten sonra kuzeydeki yerlere gittim. Havaalanı çevresini gördüm ve enstalasyon fikri gelişmeye başladı.




İşlerinizde kültürel farklılıkları ön plana çıkarmak istediğinizi belirtiyorsunuz. Bu sergi de ne tür kültürel farklılıkları ortaya koyuyorsunuz?


Şehirler de mesela lüks semtlerin hemen yanında yoksul semt ve biraz öte sinde tekrar lüks bir semt, bu bir çeşit topografi benim için ve eserlerimde de bu topografya ile soyut bir düzeyde ilgileniyorum. topografinin çatışmasını eserlerimde vermeye çalışıyorum.




Basın bülteninizde eserlerde gerçek ve hayal arasında da gidip gelmeler olduğunu belirtiyorsunuz. Hangi noktada gerçek, hangi noktada hayal var?


Hayal, rüya ya da düşten ziya de bellek ya da anılar daha önemli. Bir şehri gezerken size çok kuvvetli etkilerde bulunabiliyor. O, daha sonra orası ile ilgili çalışırken geri geliyor veya bazen rüyalarda geri geliyor. Asıl mesele hatırlamak. Aslında gerçek mekândan yola çıkarak çizsem de aslında orada hep anılar ve o mekânla ilişkilendirdiğim deneyimler daha etkili. O yüzden de eser bittiği zaman gerçek mekânın ne olduğu aslında anlaşılmıyor. Eser bittiği zaman benim için de bir sürpriz oluyor. Bunu, belleğimdeki kuvvetli izlenimler sağlıyor.




Biraz da bu sergiyi anlatabilir misiniz?


İstanbul’da bir sergi fikri galeriden gelen davetle şekillendi. İstanbul’la ilgili eserler yaptım. Sergiyi gezerken çok tanıdık yerler bulacaksınız, ama biraz daha baktığınızda da neredeyse kaybolacaksınız, size hiç tanıdık gelmeyen yerlerle karşılaşacaksınız. Ben de zaten bunu yapmak istiyordum. Hatta tamamlanmış hali benim için de sürpriz.




Eserlerinizin trajikomik izlenimleri kaydettiği bir seyahat güncesi niteliğinde olduğunu ifade ediyorsunuz. Bu sergideki trajikomik izlenimler neler?


19. yüzyıldaki Romantiklerin fikirleri gibi trajik bir şey yok. Ama 100 yıldır herkesin olduğu kadar benim de eserlerimde belli bir trajedi var. Çünkü gerçek ve deneyimlenmiş bir tecrübeden, bana ait bir şeyden yola çıkıyorum. Bu büyük ve devasa bir şey. Ondan bir eser üretmek istediğinizde onu kaybediyorsunuz. Birtakım sınırlar dolayısıyla deneyimin büyük bir bölümü yok oluyor. Ve tabii ki o kaybolmuş oluyor. Ve eser üretmek demek de bunu kaybetmek demek. Kaybetmek de trajik bir şey. Ama bu bana mahsus bir şey değil. Eser üretmeye mahsus bir şey.


Hazırlayan: Hülya Küpçüoğlu

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.