Ege kıyıları 6.6’lık depremle sallandı. Çok şükür yıkık bina, enkaz altında kalan yok, korkunun esiri olansa çok. Yaralanmalar da panikten. Doğal afet, kaza gibi ani gelişen ve korkunun tavan yaptığı durumlarda nasıl davranacağımızı kriz IQ’muz belirliyor. Bu, kendimizi hatta başkalarını da kurtarma şansımız olup olmadığına dair fikir veriyor. Ve kriz IQ’su ne sadece zekâ ne eğitim ne de tecrübeyle alakalı...


Toplantı odasında hararetle konuşurken bina sallanmaya başlıyor. Birimiz cama yöneliyor, diğeri kapıya, bir başkası ağlamaklı olduğu yerde kalakalıyor. Bir şey olmamış gibi elindeki notlara bakmaya devam eden, bu arada panikleyenlere korkulacak bir durum olmadığı konusunda dil döküp yönlendiren biri daha var. Peki onun bizden farkı ne?


Korkuyu tetikleyecek şok bir durumda çok azımız sakin kalıp etrafını kolaçan edebiliyorken, birçoğumuz tıpkı deprem anında bizim toplantı odasında olduğu gibi paniğe kapılıyor, elini ayağını kontrol edemez hale geliyor, hatta başkalarını bile krize sokuyor. Esasında her birimizin bu gibi korku dolu durumlarda devreye giren ve hayatta kalma güdüsüyle ortaya çıkan bir kriz kişiliği ve IQ’muz var. Bu, deprem veya birinin önünüzde aniden yığılıp kalması gibi durumlarda devreye giren bir ‘zihinsel tavır’ ve aslında ne sadece zekâyla ne de eğitim seviyenizle alakalı...



Korkuların üstesinden gelmeyi en iyi başaranlar, krizlerle her an karşılaşabileceklerini öngörebilen kişiler. Durumun elbet sona ereceğini de bilir ve sükûneti bozmazlar. Etrafı normal anlardaki dikkatle inceleyip yapılması gerekeni vakit kaybetmeden yapabilirler. Bu durumu psikologlar ‘etken edilgenlik’ olarak tanımlıyor. Yani ne zaman durup ne zaman harekete geçeceğini bilme hali... Pek çok kişiyse böyle anlarda taş kesilir, etrafına bakamaz.


20 yılı aşkın süredir hayatta kalma psikolojisi üzerine çalışmalar yürüten Lancaster Üniversitesi’nden Dr. John Leach, doğal afet gibi olağanüstü bir durumla karşılaşan insanları 3’e ayırıyor: İlk sırada, felaketlerden kurtulmayı başarabilenler var. Leach, ABD Havayolları’nın 1549 sayılı uçuşundaki yolcuların en kötü şartlarda hayatlarını kurtarmayı başarmış olmalarını bu gruba örnek gösteriyor. İkinci grupta, kaçınılması mümkün olmayan felaketlerin yol açtığı ölümler var. Leach’e göre bunlar da 2004’te Güneydoğu Asya’da tsunamide ölen 200 bin insanın pek çoğu gibi hayatta kalmak gibi bir şansı olmayanlar. Üçüncü grupta ise aslında yaşayabilecekken, gereksiz yere ölenler ve panik haliyle ölüme sebebiyet verenler var.

10-80-10 kuramı

Sayısız felaketi inceleyip tepkileri gruplandıran Dr. Leach, 10-80-10 kuramını geliştirmiş. Buna göre, sadece yüzde 10’umuz felaket anında gerçekten sakin kalıyor, mantıklı düşünebiliyor. Bu grup, ABD Havayolları’nın uçuşunda sorumluluk alıp diğer yolcuların uçaktan tahliyesini sağlayan birkaç yolcu gibi lider kişiler. Leach, yüzde 80’imizin ikinci kategoriye girdiğini söylüyor. Bu gruptakiler korku anında şaşkınlıktan afallayıp kalıyor, muhakeme ve düşünme yeteneğini büyük ölçüde yitiriyor, mekanik davranışlar sergiliyor ve terliyorlar. Zihinleri ve duyguları karmaşık bir hal alıyor, hissizleşiyorlar. Dahası kalp atışları hızlanıyor, algı daralması yaşıyorlar, hatta görme yetenekleri bile azalıyor. Bitmedi! Etraftaki insanları duyamaz hale geliyorlar, ‘beyin ya da akıl kilitlenmesi’ yaşıyorlar. Son yüzde 10’luk grupsa tehlike anında asla yanında olmak istemeyecekleriniz. Çünkü tehlike anında yapılmaması gereken her şeyi yapıp kendilerini kaybediyorlar. Ne davranışlarına ne sözlerine hâkim olabiliyorlar. Ve tehlike anında bu gruptakiler genelde hayatta kalmayı başaramadığı gibi, başkalarını da tehlikeye atıyorlar.



Korkuyu bir yana bırakanlar da var

Uzmanlar, en büyük korkuları tahmin edilemeyen, kesin olmayan ve kontrol edilemeyen durumlarda yaşadığımızı söylüyor. Londra’da yaşayan terapist Wendy Bristow, “Bizi en çok korkutan, her şey yolunda ve planlanmış giderken kontrolümüz ve gücümüz dışında gerçekleşen şeyler” diyor.


Bir de tam tersi, korkuyu bir yana bırakanlarımız var... Dr. Leach, bu gruba çarpıcı bir örnek veriyor. Leach, 1987’de iş saatlerinde 30 binden fazla yolcunun seyahat ettiği Londra’nın King’s Cross Metro İstasyonu’ndan geçerken o güne dek gördüğü en ürkütücü dumanı görür. Alevler yayılırken şaşırtıcı şekilde trenler istasyona yanaşmaya devam etmekte, görevliler yolcuları alevlerin ortasına götüren merdivenlere yönlendirmekte, insanlar felaketin ortasına doğru yürümektedir. Dr. Leach, bunu ‘ihtimal vermeme tepkisi’ olarak adlandırıyor. Bu insanlar, metro istasyonunda gördüklerine inanmayıp yollarına devam ederken ‘normallik önyargısı’yla sanki her şey yolundaymış gibi davranarak tehlikeyi küçümsüyor, aslında ‘akıl kilitlenmesi’ yaşıyorlar.


Kendini dizginlemek isteyenlere...

Bir yanda korkudan taş kesinlenler, diğer yanda aklı kilitlenenler. Peki korkuyu makul boyutlara indirmek mümkün mü? Korku devreleri beynin duygusal ve algısal alanlarını bağladığından, aslında korku seviyemizi belli bir noktada tutabilecek şekilde eğitebiliriz. Buna ‘alışkanlık yöntemi’ deniyor. Bir çocuğun kapı çaldığında korkması, ardından tehlike ortaya çıkmadığını anlayınca bu davranışından vazgeçmesi gibi... Bunun yanı sıra ‘algısal davranış terapisi’ yöntemi de insanları korkularıyla yüzleştirerek yenmelerini sağlıyor. Yöntem, korktuğunuz şeyle sizi bir şekilde- bir arada tutmaya zorluyor. Zira Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’ Depresyon, Endişe ve Stres Araştırmaları Merkezi’nin direktörü Diego Pizzagalli’ye göre, bir şeyle başa çıkabileceğinizi algıladığınızda artık korkmazsınız. Davranış bilimci Catherine Pittman ve Elizabeth Karle de öğrenilmiş korkularla yüzleşmenin en iyi tedavi yöntemi olduğunu söylüyor. Çünkü beynimizin merkezindeki amigdala, korktuğunuz şeye zamanla uyum sağlıyor.



Savaş ya da kaç

Peki korku esnasında vücudumuzda ne olur? Böbrek üstü salgı bezleriyle salgılanan adrenalin, vücuda ve beyne sinyal göndererek durumun ne kadar ürkütücü olabileceğini söyler. Adrenalin salgılanmasının artmasıyla damarlarımız genişler, kan basıncımız ve kalp atış hızımız artar, gözbebeklerimiz büyür, kan şekerimiz yükselir. Aslında bir tehditle, tehlikeyle karşılaşıldığında tüm canlıların ortak tepkisi kendini bir eyleme hazırlamaktır ki bu, tehlikeyle yüzleşme ya da tehlikeden kaçma şeklinde olur. “Savaş ya da kaç” tepkisi olarak bilinir. Bu tepki, nefes alma sıklığını, kalp atış sayısını ve kaslardaki gerginlik düzeyini artırma gibi fiziksel reaksiyonları harekete geçiren ve koruyucu bir tepkidir.


Korku boyutları atladı

Gelin bir de bardağın dolu tarafından bakalım. Korku, zannettiğiniz kadar sakıncalı olmayabilir. Uzman Klinik Psikolog Mehmet Başkak, “Hayatın sürdürülebilir kılınması için korku bir alarm görevi görür, tehlikeli her duruma karşı bir savunma, korunma davranışını tetikler” diyor ve ekliyor: “İlkel dönemlerde de yiyecek bulamamak, açlıktan ölmek, sığınacak bir mağara bulamamak saldırıya uğrayıp ölmek demekti. Ufak tefek savunma aletleri de korkular sonucu beliren motivasyonla ortaya çıktı. Fakat şimdi ne yırtıcılar var ne de mağaralarda yaşıyoruz. Teknolojik ve bilimsel gelişmelerle birlikte korkularımız da gelişti, şekil değiştirdi. Korkularımız, atalarımızın hissettiği korkulara kıyasla dışsal unsurlardan çok, içsel bir yapıya dönüşmüş denilebilir. Yani şehirde yürürken de birinin saldırma olasılığı var ama bir toplumda kabul görmemek, konuşurken hata yapmak, beğenilmemek gibi durumları modern insan ciddi bir varoluş sorunu olarak algılamakta ve risk duygusuyla bu tür ortamlara yaklaşmaktan korkmakta...”


Fotoğrafları sayın

Kriz IQ’nuz hakkında fikir sahibi olmanın basit bir yolu var. İngiliz Prof. Richard Wiseman tarafından yapılan deneyde, deneklerin bir süre zarfında ellerine tutuşturulan gazetedeki fotoğraf sayısını söylemeleri istendi. Yüzde 10’luk kesim verilen sürede gazetedeki fotoğrafları saymaya çalışıp işin sonunu getiremedi. Yüzde 80’i fotoğrafları doğru saydı ama sure çoktan dolmuştu. Yüzde 10 ise işi birkaç saniyede bitirirdi. Bunun sebebi, bu grubun diğerlerinden daha iyi sayı sayabilmesi değildi. İşin sırrı, 2’nci sayfada epey büyük harflerle yazılmış koca mesajda gizliydi: Saymayı bırakın! Bu gazetede 43 fotoğraf var. Profesör Wiseman’a göre, bu mesajı fark edebilenler paniğe kapılmadığı için dikkatle bakıp görebilenler.


Yazı: Sema Ereren


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.