Hipertansiyon konusu çok geniş ve dallanıp budaklanan bir konudur. Ben burada sadece hastaların bu sorunu algılama noktasında düştükleri hatalara ve tedavide rastladığım sorunlara değineceğim.




Önce sorunu kısaca tarif edelim. Karaciğer, akciğer gibi organların damarlarındaki hipertansiyon ayrı bir konudur. Bizim konumuz olan ve "Yüksek Tansiyon" tabirinin de kullanıldığı Hipertansiyon, kalbin pompalama yaptığı atardamarlar içindeki kan basıncının, yani tazyikinin yüksek olması demektir. Bu yükseklik, içinde bulunduğu kalp ve damar sistemini yıpratmakla yola başlar ve sonrasında, damarları bozulan organların bizzat kendilerini de iflasa sürükleyerek yoluna devam eder. Bu organlardan öncelikle sayılacak olanlar göz, böbrekler ve beyin olmakla beraber, zaman içinde tüm dokular ve organlar bu bozulmadan nasibini alabilir.




Normal tansiyon kaçtır?




"Tıbbi kılavuzlara göre hipertansiyon teşhisi, yapılan ölçümlerin çoğunda büyük tansiyonun 140 mmHg ve/veya küçük tansiyonun 90 mmHg üzerinde ölçülmesi ile konur" denilse de, ideal tansiyon değeri 120/80 mmHg'dır. Yaş kaç olursa olsun, bu böyledir. Yani ileride felç, kalp krizi, kalp yetersizliği, böbrek yetersizliği, beyin kanaması gibi hastalıklara uğrama riski bakımından, ideal sayılan 120/80 mmHg ile "idare eder denilen" 140/90 mmHg arasında bile epeyce fark vardır. Hatta biraz daha aşağıya doğru gidelim; rahatsız etmeyen, baş dönmesi veya halsizlik gibi belirtilere yol açmayan en düşük tansiyonun en iyi tansiyon olduğunu söylemek lazım.

Bu itibarla ideal tansiyon konusu hakkında kısaca şunu söyleyebiliriz; (Düşük tansiyon belirtilerine yol açmadığı sürece) en düşük tansiyon, en iyi tansiyondur.




Mesela tansiyonu 90/60 mmHg (yani 9/6) ölçülen ama kendini iyi hisseden birini, durduk yerde düşük tansiyon hastası kabul edip tuzlu ayranlar içmeye teşvik etmek vahim bir hatadır. Böyle bir kişiye yapılması gereken şey, sadece böyle mükemmel bir tansiyon değerine sahip olmasından dolayı tebrik etmektir. Ama buradaki kastettiğimizin çeşitli hastalık hallerindeki tansiyon düşmeleri olmadığını, tansiyonun hep düşük seyrettiği sağlıklı ve yakınmasız kişilerle ilgili olduğunu özenle vurgulayalım.





Tansiyonunuzu ölçtürün


Algılama. Tansiyon yüksekliğinin genellikle baş ağrısı, ense veya tepe ağrısı-zonklaması, baş dönmesi, kulaklarda uğultu, çarpıntı hissi, bulantı gibi yakınmalarla seyrettiği iyi bilinir. Buradan yola çıkan birçok hastanın, aslında tansiyonunu hiç ölçtürmediği halde "Tansiyonum iyi, bir sıkıntım yok" demesine öyle çok rastlıyoruz ki. Tansiyon vücutta ne kadar uzun süredir yer edinmişse, vücut bunun belirtilerine karşı o kadar alışıyor ve bir nevi körleşiyor. 200 mmHg veya daha üzerindeki tansiyon değerlerinin bile farkında olmayabiliyor hastalar.

Tansiyon yüksek olduğu halde hiçbir şikayetin olmaması ve kendini iyi hissetmek, ne yazık ki tansiyonun size zarar vermemesi, vücudun artık tansiyona alışması ve ondan etkilenmemesi anlamına gelmiyor. Tüm damar sistemi, kalp ve diğer organlar, o sırada hissetmeseniz de, içten içe ve sessiz sedasız iflasa sürükleniyor.




Algılama sorununun diğer bir yüzü de, tansiyon yüksekliğinin sadece o sıradaki açlığa, tokluğa, üzüntüye, sinirlenmeye, iş yapmaya veya yürümüş olmaya bağlı olduğunu sanıp ana problemi görmezden gelmek şeklinde karşımıza çıkıyor.




Sanıldığının aksine; o sabah henüz kahvaltı yapmamış olmanızın, ilacınızı henüz almamış veya yarım saat önce yürümüş ya da birkaç merdiven çıkmış olmanızın, şu andaki tansiyon yüksekliğinizi izah etme konusunda bir anlamı olamaz. Tansiyonun sadece rahat olunan durum ve saatlerde ölçülmesi de sorunun gizlenmesine neden olmaktadır. Mesela evde sabah-akşam yapılan ölçümlerin gayet iyi olması, buna karşın dışarıda tansiyonun yüksek seyrediyor olması hiç de nadir bir durum değildir.




Ayrıca önceden 9/6 veya 10/7 gibi düşük tansiyon değerleri olan kişilerde günün birinde aniden tansiyonun sadece 13-14'e çıkması bile gayet rahatsız edici olabilir. Bu hastaların pek çoğu bir türü iyileşmeyen baş ve ense ağrısı, kulak uğultusu, yorgunluk gibi yakınmalarla, ellerinde bir çuval dolusu migren, sinüzit ve depresyon ilaçlarıyla ve MR filmleriyle hastane hastane gezerler.




Tansiyon ilaçlarına bakış.


Hipertansiyon tedavisinde hekimler olarak en sık yaşadığımız sıkıntının bu olduğunu söylemek sanırım hata olmaz. Elbette tuz azaltılacak, elbette kilo verilecek, elbette düzenli yürüyüş yapılacak ve elbette stresten kaçınılacak. Bunlar temel. Ama ciddi bir hipertansiyonla sadece bu önlemleri kullanarak baş etmek mümkün değildir. Sarımsak, limon, kekik yağı, keten tohumu gibi yöntemler ise genellikle teselliden öte bir değer taşımazlar.




"Genç yaşta vücut ilaca alışmasın diye tansiyon ilacı almamak" felaketine çok sık şahit oluyorum. Düşünün; yaş 16, tansiyon 16. Tamam hemen ilaç başlamayalım, tuzu azaltalım, yürüyüş yaptıralım ve kilo fazlalığı varsa verdirelim. Gönlünü de hoş tutalım. Peki, yine de olmuyorsa ve tansiyon inmiyorsa? "İnmiyorsa inmesin, yeter ki bu yaşta ilaç vermeyelim" demek, bu çocuğu kanserden farksız bir durumun kucağına göz göre göre terk etmek demektir. Bu çocuğun geleceğinde daha 30–40 yaşında böbrek yetersizliği, kalp krizi, felç gibi durumlar aklıma sadece ilk gelen senaryolar. Yani sıradan bir hipertansiyon hastasının 70–80 yaşındaki akıbetini daha 30–40 yaşındayken yaşamak.




Çoğu hasta, bu ilaçları hep almanın böbrekleri veya karaciğeri yorduğu, hep ilaç almanın vücutta alışkanlık yapacağı ve ilaçlara bağımlı olmak istemedikleri gibi tezler ileri sürmekteler. Organlarınız bu ilaçları aldınız diye değil, almadınız ve hipertansiyonunuz gereği gibi tedavi edilmedi diye zarar görür. Uygun şekilde tedavi edilmeyen bir hipertansiyonun kanserden farkı yoktur! Kanser nasıl organ sistemlerini bozar ve iflasa sürüklerse, tedavisiz bir hipertansiyon da aynısını yapar.






Zaten ilaç alınıyor ama tansiyon yine de düzelmiyorsa


Aldığınız ilaç veya doz yetersiz geliyor olabilir. Bu arada diğer bir yanılgı da ilacın dozunu rakamsal olarak ele alıp abartmaktır. "Komşumun ilacı sadece 2,5 mg, benimki ise 150 mg yani çok fazla. Yine de tansiyonum düzelmiyor. 150 mg'ı daha ne kadar artırabilirim ki?" sorusu artık bir klasik haline gelmiş durumda. Her ilacın etkin dozu farklıdır. Ne bir ilacın sadece 1 mg olması onu daha tehlikesiz kılar, ne de başka bir ilacın 1000 mg oluşu onu diğerinden daha tehlikeli yapar. Bir ilacın 1 mg'ı başka bir ilacın 1000 mg'ı ile eşit etkide olabilir. Onun için bu rakamlara takılmamak lazım. Belli dozda bir ilaç alıyor olabilirsiniz ve tansiyonunuz hala düzelmemiş olabilir. Yapılması gereken durumu böyle kabullenmek değil, tedavinin daha da artırılmasıdır. Öncelikle ilaç dozu olarak, bu da yetmezse ilaç adedi olarak. Ta ki tansiyon konusunda hedefe ulaşalım.




Tansiyon ilaçlarının böbrekleri bozacağı yanılgısı.


Tansiyon ilaçları böbrekleri bozmaz. Tam aksine böbrekleri korurlar, yani yüksek tansiyon nedeniyle bozulmaların başladığı ve iflasa sürüklenen böbrekleri kurtarırlar. Özellikle şeker hastalığı varsa, hipertansiyon olmasa bile bazı tür tansiyon ilaçlarını böbrekleri korumak adına tatbik ederiz, tekrar söylüyorum hipertansiyon olmasa bile! Yani hipertansiyon ve/veya şeker hastalığınız varsa, eğer gerçekten böbreklerinizi düşünüyorsanız ve eğer ileride diyalize mahkum ve kendisine nakil için böbrek aranan biri haline gelmek istemiyorsanız bu ilaçları ALMANIZ gerekir. Bir başka deyişle yine söylüyorum, biz hekimler bu ilaçları böbrekleri bozmak için değil kurtarmak için kullanırız. Çünkü böbreklerde tansiyona bağlı bozulma başlamışsa böbrekleri kurtarmanın da yine bu ilaçlardan başka çaresi yoktur. Sadece, böbreklerde zaten çok ağır bir yetersizlik varsa, bu hastalarda dikkatli olmak gerekiyor. Hassas kararları vermek doktorunuzun işidir. Lütfen bu konulara hakim olmayan birtakım insanların etrafınızda bilir bilmez ve cahilce konuşmaları aklınızı çelmesin. Gerçek buradaki gibidir.




Tüm hipertansiyon hastalarının şu kuralları bilmeleri gerekir:


Tansiyon ilaçları, ihtiyaç oldukça alınacak ilaçlar değildir. Sürekli alınmalıdırlar. Evet, tansiyon normal olsa bile alınmalıdırlar. Peki, tansiyon normalken almak tansiyonu daha çok düşürmez mi? Hayır, düşürmez ve yükselmenin önüne geçer. Peki ne zamana kadar alınmalıdırlar? Ömür boyu alınmalıdırlar. Tabii ki ilacın dozu, türü, alınış şekli değişik zamanlarda doktorunuz tarafından ihtiyaca göre değiştirilebilir. Size düşen, bunlarla kendi kendinize oynamamaktır.




Bazı hastalar tansiyonun çok değişken olmasından şikayet ediyorlar. Tansiyon hep sabit kalan bir şey değildir. İdeal tansiyonun 120/80 mmHg olduğunu belirtmiştim. Ama tansiyon ölçümleriniz bu rakamın tam üzerinde kalacak diye bir şey yoktur. Ölçümlerinizin çoğu bu değerde veya daha aşağısında ise, ölçümlerdeki değişiklikler gayet olağandır. Bazen stres ve yorgunluğa bağlı olarak hafif üzerine de çıkabilir. Yani 120/80 mmHg etrafında dolaşıyor olabilir.




Bazen vücudunuz başka problemlerin etkisi ile güçsüz, yorgun veya hastaysa, uykusuz veya iyi dinlenememiş iseniz, arada bir özellikle ayağa kalktığınızda hafif tansiyon düşüklüğü veya halsizlik yaşayabilirsiniz. Bazen de aşırı stres, üzüntü veya yoğun tempo nedeniyle yine arada bir daha yukarı değerlere, hatta bazen yüksek sayılabilecek tansiyon değerlerine rastlayabilirsiniz. Böyle olağandışı sebeplerle açıklanabilecek hafif tansiyon düşmeleri veya yükselmeleri eğer sadece arada bir oluyorsa, paniğe kapılıp tüm tedaviyi kesmeyi veya toptan değiştirmeyi gerektirmez. Bu olanlardan tedavinin yetersiz olduğu veya ağır gelip azaltılması gerektiği anlamı çıkarılamaz. Her ikisinde de yapmak gereken, olağandışı durumun geçmesini beklemek ve biraz istirahat etmektir. Stres, üzüntü, grip, aşırı stres veya her ne sorun varsa, bunun geçmesini bekleyecek, istirahat edecek, bol su içecek ve tansiyonunuzu biraz daha sık izleyeceksiniz. Yine de böyle durumlarda doktorunuzla bağlantı kurun, belki tedavinizde geçici bir düzenleme gerekli olabilir.




Tansiyon ilaçları alışkanlık veya bağımlılık yapmaz.


Bu ilaçları sürekli almak zorunda olmanız, siz bu ilaçlar yüzünden bağımlılık kazandınız diye değildir. Hipertansiyon dediğimiz hastalık idrar yolu iltihabı, bademcik iltihabı, zatürre veya tüberküloz gibi bir müddet ilaç almakla iyileşen bir hastalık değildir. Genellikle sürekli bir hastalıktır. Böyle bir hastalığın tedavisi de genellikle sürekli olur. İlacınız bittiği veya başka bir yerde unutmuş olmanızdan dolayı birkaç gün-hafta ilaç alamadığınız dönemlerdeki geçici iyilik hali sizi aldatmamalı.




Peki, ilaçları gerçekten de sürekli mi almak lazım?


Günün birinde kesmek hiç mi mümkün değil? Bunlar çok soruluyor. Ben hep şöyle cevap veririm: "Bu ilaçlar için şimdilik bir süre biçmiyoruz. Büyük bir ihtimalle hep almanız gerekecek. Ama eğer kilo verirseniz, eğer düzenli egzersiz yaparsanız, eğer stresle baş etme, olaylara tepkilerinizi değiştirme, zihinsel ve bedensel gevşeme teknikleri konusunda eğitim alır ve kendinizi geliştirirseniz bu mümkün.". Çünkü stres ve olaylara abartılı tepki verme konusundaki yanlış zihinsel alışkanlıklar çarpıntı ve hipertansiyonda çok ama çok etkin bir rol oynuyor. Değerlendirme sırasında çarpıntı ve hipertansiyon ataklarının altında böyle bir faktörün varlığı tespit edilmişse, tedaviye mutlaka bu yönden de yaklaşmak gerekir ve değişmeyi samimi olarak isteyen hastalarda çok güzel sonuçlar alınabilir. Tabii ki anında değil, kısa da olsa bir süreç içinde. Sonuçta hipertansiyon ilaçlarına hiç ihtiyaç kalmayabilir veya sorun daha az sayıda-daha az dozda ilaçla baş edilebilir bir seviyeye geriletilebilir. Ama bazen yanlış zihinsel alışkanlıklarından, olaylara abartılı tepki vermekten memnun ve bu konuda değişmek istemeyen insanlar da olabilmektedir. İşin bu yönü ile de uğraşan bir hekim olarak bu gözlemimin hiç de nadir olmadığını söyleyeyim. Geçmişte olup bitmiş işleri hala kafasında tartışarak içindeki öfkeyi kızgınlığı kamçılamaya devam etme, içinde doğan kötü duyguları silme gayreti yerine ısrarla onların peşine takılıp hayalden hayale sürüklenme, duyduğu gördüğü her şeye gerekenin çok üzerinde tepki verme halini değiştirmek istemeyen ve kendini gururla böyle tarif eden insanlar da vardır. Değişmeyi kendisi istemeyen bir insan dışarıdan müdahale ile değiştirilemez ve bunlarda sürekli ilaç tedavisi dışında yapacak hiçbir şey yoktur.




Sık alınan ağrı kesici ve romatizma ilaçları, soğuk algınlığı ilaçları ve zayıflatma ilaçları başta olmak üzere pek çok ilaç da hipertansiyonun tedaviye direnç göstermesine sebep olabilir. Çok gerekli olmadıkça ve doktorunuz öyle istemedikçe ağrı kesici ilaçları almamaya çalışın. Mümkünse ağrıya yönelik başka tedaviler konusunda doktorunuzla konuşun.




İlaç kutularında yazan ve yan etkilere dair bilgileri okumak genellikle hastaları yanlış yönlendirmekte. Birçok hasta, "Doktor bey, ben bu ilacın içindeki prospektüsü okudum, bunun çok yan etkisi varmış. O yüzden almadım" diyerek karşımıza gelmekte. Şu bilinmeli ki, en nadir yan etkiler bile prospektüslerde bildirilmek zorundadır, yani bunlar her kullananda olacak demek değildir. Zaten yan etki yapacağı kesin olan bir ilacın da, yan etki oluşacağını bile bile bunu yazacak bir doktorun da var olması mümkün değildir. Yan etkiler nadirdir. Oluşsa bile, genellikle doz veya ilaç değişikliği yapmakla kolayca toparlanan yan etkilerdir. Bazı tansiyon ilaçlarının öksürük, bazılarının bacaklarda şişme, bazıların kabızlık, halsizlik, ayağa kalkınca göz kararması gibi çok klasikleşmiş yan etkileri olabilir. Özellikle bu tip şikayetleriniz varsa, doktor doktor hastane hastane gezmeden ve sayısız tetkiklerin birinden çıkıp diğerine girmeden önce, size bu ilaçları yazmış olan hekimle bağlantı kurmayı deneyin.


Central Hospital


Kardiyoloji Uzmanı


Uzm. Dr. Coşkun Turan

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.