Doğum yaptığınız an ile çılgınca bir bebek ağlaması duymayı beklediğiniz o an içerisinde geçen saniyeler belki de yaşayacağınız en korkutucu anlar olabilir. İkinci oğlum, doğduktan sonra ağlamadı.


Oğlum, yarı bilinci açık olarak dünyaya gelmişti. Nabzı düşüktü ve rengi de maviye dönük bir gri gibiydi. Burnunda ve kafatasında kırmızı noktacıklar vardı ve sonra bu noktacıklar derin morluklara dönüştü.


Hastanenin raporlarına göre, oğlumun Apgar skoru iki idi. (10 en iyi, 1 en kötü şeklinde ilerleyen bir derecelendirme sistemi) Tam doğum anındayken oğlum soluna doğru dönmüştü ve doğum kanalına sıkışmıştı. Hiçbir itme de onu oradan çıkaramamıştı. Resmen içimden sökerek aldılar oğlumu, önce vakum kullanmaya çalıştılar ama başarılı olamadılar, sonra da forseps adı verilen salata kaşığına benzer aletle çektiler. Önce doğumun telaşesinden neler olduğunu anlayamadım. Ben, doğumdan sonra benden kalanlarla birlikte masada öylece yatarken, birileri benimle uğraşırken birden bire koridorlarda uğuldayan alarm sesini duydum.


Alarmı ilk duyduğumda asla bizimle ilgili olduğunu düşünmedim. Bu katta acil bir durum var herhalde dedim kendi kendime. O ara belirli belirsiz odaya giren çıkan bir sürü insan gördüm. Stajyerler, doktorlar… Herkes hareket edemeyen bir kaç dakikalık oğlumuza bakmaktaydı. Eşim elimi ellerine aldı ve, o an anladım, acil durum bizdik.


Sonrasında doktorların oğlumun yüzüne kocaman bir oksijen maskesi geçirmesini izledim. Hareketleri hızlı, konuşmaları yavaştı. Yüzlerinde rahatlama ya da panik ifadesi aramaya çalıştım ama yok, tamamen donuktular. Bebeğimin ağlamasını duymak istedim ama o da olmadı, tamamen sessizdi.


Saatler sonra, bize oğlumun iyi olduğunu söylediler ve bu inanılmaz bir rahatlama yarattı. Nöbetçi çocuk doktoru bize açıklama yaparken neredeyse hiçbir şey söylemedi. “Böyle şeyler oluyor.” dışında bir şey duyduk mu tam olarak emin değilim. Onu neyin oksijensiz bıraktığına dair herhangi bir fikrimiz yoktu, sanırım doktorların da yoktu.


Ben de çok iyi durumda değildim elbette. Forsepsin yanı sıra içte ve dışta yırtıklar mevcuttu. Ağrıdan ve acıdan kıvranmaktaydım, kan ve ağrı kesici vermişlerdi ama pek faydası olduğunu söyleyemem. Sonunda bir aralık, beni tekerlekli sandalyeyle oğlumu görmeye götürdüler ve nihayet onu kucaklayabildim. Kavgaya karışmış gibiydi, pek iyi görünmüyordu. Özetle, ikimiz de berbat haldeydik ama nihayet sımsıkı sarılmayı başarmıştık.



Bu kişisel bir trajedi hikayesi değil. Yazarken pekala farkındayım ki çoğu anne benden de beterini yaşadı, yaşıyor, yaşayacak. Hamilelik ve doğum, bir şeyler ters gittiği an itibarıyla çocuğun kaybına kadar gidebilecek ağır korkunç travmalara dönüşebiliyor. Çok şükür ki bizim durumumuzda böyle bir şey olmadı. Hatta o kadar ki, doktorları da tıp dünyası da oğluma bir şey olmadığı, sistemin ne kadar düzgün çalıştığı konusunda pek bir kıvanç içerisinde. Fakat, her başarı hikayesinin içerisinde de anlatılmayan bir takım gerçekler olabiliyor demek ki.



Bugün, oğlum doğduktan sekiz ay sonra bunu ifade etmem çok zor ama eve sağlıklı bir bebekle dönmüş olmanın mutluluğunu ve heyecanını yaşayamadım o ilk günlerde. Oğluma mükemmel şekilde bakmaya çalıştım, evet, besledim, yıkadım, gazını çıkardım, geceleri başında durdum ama çoğu zaman da evin içinde zombi gibi dolaşarak şu fikri sürekli zihnimden geçirdim. “Benim oğlum doğarken nefessiz kaldı.”


Özellikle ağlaması bu kötü anın derhal geri gelmesine sebep oluyordu. Oğlum çok güzel, çok harika bir bebekti ama o düşünceyle bugün yaşanan güzellikleri birbirinden ayırmayı, o günün geçmişte kalmış bir gün olduğunu bir türlü algılamayı bir türlü başaramadım. Oğlumun bir sorunu olduğu fikrine kafayı fena halde takmış durumdaydım. Ona bir şey oldu, oksijensiz kaldı ve bunu söylemedi bana doktorlar. Bir seferinde oğlumu alıp doktora götürdüm, beklerken hemşireye yalvardım gözlerine bakması için. Çünkü gözlerinde bir tuhaflık olduğunu düşünmeye başladım. Kesin beyninde bir problemi vardı çünkü. Hemşirelerin tuhaf bakışlarını hiç unutamıyorum.


O ilk haftalarda ara ara dalar giderdim. Sonra geriye dönüş çakmaları yaşamaya başladım. Bir yerdeyim, sıra bekliyorum, sonra birden kendimi doğumhanede buluyorum. Her yer kan, bebeğim yaşıyor mu diye anlamaya çalışıyorum. Günlerce bunu gördüm. Hayal mi ettim, ne oldu bilemem. Pek konuşmadığım insanlara bile bunu anlatmaya başladım sonra. Derken artık daha fazla dayanamayıp bir psikiyatra görünmeye karar verdim. Doktor bana travma teşhisi koydu, doğum sonrası depresyonu değil. Hatta bu konuda çok açık bir şekilde konuştu benimle. Yaşadığım şeyin doğumda yaşananlardan kaynaklı olarak travma sonrası stres bozukluğuna daha yatkın olduğunu, bunun doğum depresyonu olmadığını ve tamamen doğumda gelişen riskli durumların bir sonucu olduğunu ifade etti.


Fiziksel olarak da pek iyi değildim zaten. Oğlan büyüdükçe ve irileştikçe benim sağlığım bozuluyordu sanki. Doktora gidiyor, sürekli düzgün iyileşiyor muyum diye sorup duruyordum. Halbuki dikişlerim gayet güzel iyileşmişti, doktorlar da spor, cinsellik ve yaşamla ilgili bütün bilgileri vermişlerdi bana. Bir şeyler eksik gibi hissetmeyi bir türlü bırakamıyordum sadece.


Her anne gibi, biraz idrar kaçırma problemim vardı, öksürünce ya da hapşırınca olan cinsten. Ama diyorum ya, başka bir şey vardı diye, bu öyle sanki içim çekiliyormuş gibi bir his, aşağıdan gelen; anlatamadığım bir ağırlık hissi. Belirtileri de hangi doktora anlatsam görmezden geldiler zaten. Sonra bir gün, bir arkadaşıma anlattım, o da bana rahim ağzı kayması adı verilen bir hastalıktan söz etti. Ertesi gün aile doktorumdan randevu aldım ve o da beni bir kadın doğum uzmanına yönlendirdi. Kadın doğum doktorunun muayenesi sonucu benim sistosel adında bir rahatsızlığım olduğu ortaya çıktı, idrar torbasının kayması şeklinde de ifade edilebilir. Bunun anlamı kısaca şu, doğum anında vajina duvarım o kadar zedelenmişti ki idrarım vajinama doğru akıyordu. En iyi tedavi şekli de ameliyattı ama ne yazık ki emzirmeyi bıraktıktan üç ay sonraya kadar ameliyat olmam da mümkün değildi. O zaman gelene kadar ilaç kullanmaya, fizyoterapiye, egzersizlere ve doku zedelenmesini önleyici çalışmalara başladım.


Anlattığım şeylerden hiçbiri çok eğlenceli değil.


Bunlara rağmen, ben şanslı olanlardanım, biliyor musunuz? Doğumda yaralanan veya travma yaşayan kadınların çoğu doğru düzgün tedavi edilemiyor bile. Çoğu travmatik bir problemi olduğunu zaten fark etmiyor bile, etse de destek bulamıyor. Eşim, böylesi acılı bir doğumdan sonra nasıl düzenli kontrol olmadığına şaşmış bir halde, oğlumu doğurtan doktora gitmemiz gerektiğini düşünüyor. Bize geri dönülmüyor. Sonra öğreniyoruz ki böyle bir destek ya da yönlendirme sorumlulukları zaten yokmuş.


Kısaca özetleyecek olursam, gebelik ve doğum sonrası stres bozukluğu çok yaygın, doğum esnasında meydana gelen bu tip yaralanmalar da çok yaygın, bu tip yaralanmaların sonradan açtığı kalıcı belalar da bir o kadar yaygın. Üstelik dünyanın her yerinde hala kadınlar doğumda ölebiliyor? Peki madem durum böyle, neden hala bu etkilerin tedavi edilmesi için etkin yöntemler kullanılmıyor? Tedbirler alınamıyor?


Cevap çok basit. Kadının cinsel sağlığı hala bir tabu. Zaten utandığımız, hakkında çok fazla konuşmamamız gereken bir şey. Sonra, sağlık uzmanlarının bile gebelikten sonra özellikle yeni annelere salık verdiği bir şey var: “Sen çocuk doğurdun. Tabi ki bazı şeyler değişecek vücudunda. Her şeyin eskisi gibi olmasını beklemen hata asıl!”


Böyle olunca da kadınların doğumla ilgili yaşadığı acı tecrübelerde korkunç bir inkar hali baş gösteriveriyor. Çünkü doğum yapan kadını gerçek anlamda kimse önemsemiyor. Ortada, doğum sonrası bakımla ilgili ciddi bir infial olması şu yana, duygularınızı da kimse önemsemiyor çünkü önemli olan “sağlıklı bir bebek” dünyaya getirmek. Halbuki, sağlıklı bebeğin sağlıklı anneden geçtiğini kimse düşünmüyor gibi.


Kadınlara doğum öncesi dönemde, doğumda olabilecek travmalardan ve yaralanmalardan yeterince bahsedilmiyor, bu konuda bilgi verilmiyor. Örneğin, benim yaş grubumda (40) olan kadınlar için sonradan edindiğim bir bilgiye göre, daha önceki doğumlarından birinde sezaryen olmuş bir kadın normal doğum yaptığı taktirde yaralanma ve travma riski daha yüksek oluyormuş.


Doğum sonrası danışmak için bir danışma servisi yok ve doktorların bana dediğine göre, özel hizmetler var. Ama zaten parası olana o özel hizmetler her zaman var.


Destek istediğinizde, ister devletten destek bulun ister özel gruplara dahil olun, hemen hemen her uzman doğumdan sonra hormonlara bağlı olarak depresyona girmiş olmanın normal olduğunu söyleyip durur. Yani siz doktora ne anlatırsanız anlatın, tanı hep doğum sonrası depresyonu olacak.


Doğum Sonrası Travma Birliği başkanı Maureen Treadwell bir soru soruyor, “Bir erkek, dişinden ameliyat geçirse, anestezi verilmese ve sonrasında bunun için yalvarmasına rağmen alamasa, onun travmasını kabul ederken, anestezi almadan doğum yapmayı başarmış bir kadına neden sadece ‘Aferin, harika birisin sen!’ deyip geçiyoruz? Delilik bu!”


Ona kalırsa, doğum sonrası travmaların genelde kadınlara dayatılan doğum algısıyla ilgili olduğunu ifade ediyor. Neticede herkes, doğumun harika ve kadına güç verecek bir tecrübe olması gerektiğini düşünüyor ve söylüyor. Kendisini bu harika tecrübeden güçlenerek çıkaramamış kadınlar ise güçsüzlüklerini kabullenmek suretiyle utançlarından edecek kelime bulamıyorlar, travmalarını gizliyorlar.


Olanların üzerinden sekiz ay geçti ve oğlum da ben de biraz yaralı, biraz iyileşmiş, yaşamaya devam ediyoruz. Travmanın etkileri hafifliyor elbette. Vücudum artık savaşmaktan yorgun bir annenin vücudu. Ben de hayata, çoğu annenin yaşadığı ama çok azının deva bulabildiği bu derdin içinde, tedavi olabildiğim için minnettarım.


Daha önce söylediğim gibi, ben bu anneler içerisinde şanslı olanlardan biriyim.


İpek Goncagül

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.