Kül dendiğinde hemen sigaranın artığı gelmesin aklınızda. Kor alevle yerle bir edilmiş bir şeyin ardından kalanlardır. Dokunduğu yerin metanetine göre izi hemen geçebilir, ya da ardında gri bir leke bırakır. O gri leke ile barışık olmak da bir meziyettir. Ha elbisende, ha gömleğinde, ha kalbinde.


Dişi ya da erkek, en güzel zamanımız, saflığımızın farkında olmadığımız, beyazdan başka renk bilmediğimiz, yanaklarımızın kızarığından vücudumuzun ısındığı, utancımızda utandığımız yıllardır şüphesiz. Gri nedir, kül nedir, ancak tenefüslerde hoşlandığı “çocuğu” ya da kızı görmek için koşturmadan önce tuvalette gizlice sigara içen arkadaşlarımızdan öğrenmiştik. Bazısı sınıf dışından, bazısı okul dışından, kimileri de şehir dışından – bir şekilde ilk sevgilileri dertsiz lise yıllarında edinmiştik. Küller de ardı arkasına üzerimize yağacaktı, ama habersizmiş gibi yapıyorduk. Çok büyüktük ve dünyayı kimseden habersiz keşfetmiştik adeta.


62 yaşında, üniversite yıllarından beri evli olan bir kadın tanıdığım, bir gece sigarasının dumanını üfledikten sonra bana dönüp gülümseyerek, “Biliyor musun, ben ilk aşkımı, lise aşkımı hala unutamadım” demişti. Çok kısa sürmüş aşkları; bir şekilde devam edememiş bağlantıları. Trajikomik olanı ise başka bir olay...


O aşkın ardından üzüldüğü günlerden birinde can arkadaşıyla ve saçlarındaki iki beliklerle liseden evine dönerken kendisine dev gibi biri yaklaşmış, alelacele eline bir paket vermiş ve tam sürat kaçmış. Ödleri kopmuş tabii! Anneden babadan korkulan o yıllarda bir yabancının verip kaçtığı bir paketle eve girmek ne mümkün! Sokağın ortasında açmışlar paketi. İçinden bir kitap çıkmış, yanında da bir eşarp. Gizemleri yarışan bu iki şeyden o anda hiçbir anlam çıkaramamış tanıdığım. Çıkan kitap Atilla İlhan’ın “Yasak Sevişmek” kitabıymış – sokak ortasında sevişmek ile ilgili herhangi bir şeyi görmek yerin dibine batırmış o anda onu tabii… Sonrasında bu kızıl kitabın içinden bir yazı düşmüş toprağa ayaklarının ucuna: “Çocukluk aşkımsın! Seni seviyorum...”


Onun senaryosunda unutamadığı aşkı kendisine bir işaret hatta bir iki de hatıra ulaştırmıştı. Mesajı ise yasak bir sevişme içeriyordu. Ağza alınmayacak bu kelimeleri yüz yüzeyken söyleyemediği için, bir ulak tuttuğunu düşünüyordu sevdiğinin…


Verdiği hatıralardan eşarp yanındaki can arkadaşının evini, kitap da sokaktaki çöp tenekesini boylamıştı.


İşin gerçeği ise bir felaket. Baş kahramanımızın kız kardeşinin gönlünü fetheden koskocaman bir “adam”; sevdiğini heyecanından karıştırmış, hazırladığı paketi de kız kardeş sanıp onun eline vermişti… (Sonrasında kız kardeşi bu adama istenmiş, ama “verilmemiş”.)


62 yaşında bile izlerinin unutulmadığı bu ikinci kat kül hala gülümsenerek hatırlanıyorsa eğer, hayat güzel şey…


Hepimizin hikayesi grileriyle, beyazı ve siyahıyla çat pat benziyor birbirine. Kalplerimiz en az bir kez alevlenmiş – ya acımış, ya da başkalarınkini istemeden acıtmış.


Sevdiceğe kavuşturan her şeyi, sevdiğinle paylaştıklarını biriktirmek de ortak payımız. Alevlerden sonra kalan küller de bunlardır işte: Biriktirilen otobüs biletleri, aylar öncesinden paket olarak alınan tren biletleri, sinema biletleri, konser biletleri, ilk akşam yemeğin yenildiği restoranın fişi, yılların birikimi - her ay belki de üç dört kez karşılıklı yazılan oldukça kalın – sevdiğinin parfümü kokan mektup zarfları… Saklanan tüm beyazlıklar, elde kalan tüm bu kelimeler ve harfler gün olur ortaya dökülür, yine gülümsenerek, gözler ışıldayarak incelenir. O an duyulan özlem o dönemki sevdiceğe değil, çoğu kez sulandırılmış olarak rastladığımız saflığımızdır. Kalpteki küller soğusa da içimizdeki sular derinleşmiştir. Metanetimizin cildi git gide kalınlaşmıştır…


Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir çok güzel bir yazı olmuş ellerinize sağlık
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.