Bir anne olarak, anneyle çocuk arasında çok güçlü bir bağın kurulabileceğine inanıyorum. Çocuğumu seviyorum, gerçekten onun için her şeyi yaparım. Ancak toplum bunun olağan bir şey olduğunu düşünüyor. Yani topluma göre her anne, bebeklerine yeterince maruz kaldıktan hemen sonra gram bencillik gütmeyen sevgiyi mutlaka hissetmelidir. Tüm kadınlar böyle programlandı. Peki ya gerçekler?


Kadınların anne olma isteğinden kaçması zor. Çocuk yapma kabiliyetine biyolojik olarak sahip olmayan bir kadına herkes bir acır mesela. Vaziyet böyleyken, çocukları hiç sevmeyen ya da istemeyen kadınlarla ilgili konuya girmeyelim bile.


Anne olmak sizi otomatik olarak tüm çocuklara değer veren ve önemseyen biri yapar mı? Sadece kendi çocuğunuzu değil, diğer çocukları da sizinmiş gibi sevip koruyabilir misiniz? Bu tezden hareketle anne olmayan kadınların çocuklara karşı ilgisiz ve sevgisiz olabileceğini düşünür müsünüz?


Bu annelik içgüdüsüyle başlayan duygu yoğunluğunun, sonsuz ve kendini hiçe sayan sevgi selinin yalnızca insanlara mahsus olmadığı düşünülüyor. Yeni doğan bebeklerine her anlarını feda eden hayvanlara şöyle bir bakalım. Londra’dan bir primatolog olan Dawn Starin Gambiya’da kırmızı kolobus maymunları üzerinde çalışma yaparken, bebekleri öldüğünde annenin cesedin etrafında günlerce beklediğini ve onunla ilgilendiğini, yas tutuğunu ifade ediyor. Bu tarz görüntüler ve imajlar da annelikle ilgili basmakalıp fikirlerin kafamızda sabitlenmesini sağlıyor.


Ancak annelik içgüdüsü dediğimiz şey her kadından mutlaka beklenen bir şey değil. Yani bu, bebek kokusu aldığın anda bastığın bir düğme değil. Annelerle bebekleri arasındaki ilişki bu efsanelerin çok üzerinde, çok daha farklı bir karmaşa. Annelerin de bencil olabileceğini düşünseniz çok şaşırırsınız mesela. Şaşırtıcı gelebilir ancak kadınların bazıları hayatlarında hiç anne olmayı istemeyebilir. 1970’lerde doğan kadınların yüzde 17 kadarının çocuğu yok. 1943’lerde doğan kadınlarda ise bu oran yüzde 12 idi. Yani, artık daha az kadın çocuk sahibi olmak istiyor gibi görünüyor.


Annelik içgüdüsü denilen şeyin kadında tamamen şans eseri var olabilen bir duygu olduğuna dair bilimsel kanıtlar da var üstelik. Amerikalı Antropolog Saraf Blaffer Hardy, yaptığı bir çalışmada, diğer primat türlerini araştırdı. Çoğu maymun türünde hayvanlar, yaptıkları son bebek bağımsız bir şekilde yaşamını sürdürene kadar yeniden hamile kalmıyorlar, kendilerini de çocuk bakımının fiziksel yükünden kurtarmış oluyorlar.


İkili ebeveynlik ise çoğu primat türünde önemli çünkü çoğu primat türü birden fazla bebek dünyaya getiriyor. Tamarin maymunları örneğin, doğal olarak ikiz dünyaya getiriyorlar ve baba genelde bakımda ön planda oluyor. Ancak, ebeveynlerden bir tanesi ölürse, bebeklerin de terk edilmesi söz konusu olabiliyor. İnsan türünde de benzer şekilde annelik içgüdüsünün sağlığı, annenin yeterince destek görüp görmediğine bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Bizler de bununla yalnız baş edebilecek şekilde dizayn edilmemişiz. Hatta elimizden gelse bütün kasaba bir çocuğu birlikte büyütmek isteriz. Nedeni çok basit, yardım olmadan çocuk yetiştirmek zor bir iş olurdu.


Bazıları için, hiç istemedikleri ya da büyütemeyeceklerine inandıkları bir çocuğu dünyaya getirme fikri tamamen dayanılmaz. İsrailli Sosyolog Orna Donath’ın 2015 yılında yaptığı “Pişman Anneler” isimli çalışması bazı annelerin içlerinde ne yangınlar yandığını görmemizi sağladı. Çoğu zaman, bir çocuk sahibi olma isteği bile aileler tarafından hoş karşılanmıyor. Annenin, bir kere anne olduğunda bunu yeniden yapabileceğine inanıyor herkes.


Kadınların çocuk sahibi olmakla ilgili yaşadıkları negatif hisleri neden taşıyor oldukları henüz yeterince çalışılmış ve kanıtlanmış değil. Annelik duygusu 'Her şeye rağmen, ne olursa olsun, sonuna kadar devam eden sevgi' gibi açıklanacak bir şey değil. Duygusal hesaplamalar, hem anne-babanın, hem çocuğun ihtiyaçlarını gözden geçirmek gibi parametreleri içeriyor. Biz hep, annenin ne olursa olsun çocuğu için en iyisini istediğini ve kendi istediklerini görmezden gelebileceğini düşünürüz. Göremediğimiz şu: Bir çocuğun mutluluğunu ve iyiliğini sağlamanın temeli aslında annenin tamamen iyi ve mutlu olmasını sağlamaktan geçiyor. Oksijen maskesini önce anneye takıyor olmamızın bir sebebi var, yalnızca acil durumlarda değil, her zaman benimsemek lazım bu kuralı.


Annenin de bebeğin de iyiliği için, artık gerçeklerle inanışları birbirinden ayırmak lazım. Annelerden, duygusal ve ekonomik destek olmadan, çocuklarını sevmeye mecburlar diye en iyi anne olmalarını ve yalnız kalmalarını beklemek çok acımasızca. Her kadın, mutlu bir anne olacak diye bir kural da yok.


Çoğu annenin de bildiği üzere doğumla birlikte insanın vücuduna bir sevgi hücumu meydana gelmiyor. Anneyle çocuk arasındaki bağ zamanla kuruluyor. Çok azınlık da olsalar, bazıları bu bağı hiç kuramayabiliyorlar. Bazıları da hayatları boyunca çocuk sahibi olma güdüsünü hissetmiyor. Bunların hepsinin doğal olamayan istisnalar olduğunu düşünmek istiyoruz çünkü bu bir kadının hissetmesi gereken en temel şey. Ama tarih de bilim de, çocuk istemiyor olmanın pek de öyle enteresan bir durum olmadığını kanıtlar yönde.


İnsan davranışı içerisinde anne olma isteği de var, anne olmayı istememek de... Anne olmayı isteyip hazır olana dek beklemek de var. Aralarında doğala en uzak olan şey ise kadınları istemedikleri, bebek doğduğunda zorlanacakları, nefret edecekleri bir hayat yaşamaya zorlayarak, ondan zorla da olsa bir anne yaratmaya çalışmaktır.

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.