Her zamanki yoldan dönmedim bugün eve iş çıkışı. Düzenini bozuver hadi bir kez dedim. Daha önce hiç girmediğim bir sokağa saptım. Dar bir sokak, balkonlarının karşılıklı, hani deyim yerinde ise el uzatsan birbirine dokunacağı kadar dar bir sokak. Evler; şehrin bin dokuz yüz altmışlı yıllarından kalmış, henüz kentsel dönüşmemiş, üç-dört katlı.Tercihen begonvil, yasemin ve mimoza ağaçlı bahçeli evlerden. Bunca yıldır yaşadığım semtin ilk kez keşfettiğim sokağında birden kendimi o yıllarda çekilmiş bir filmin setinde gibi hissettim. Üzerimde kırmızı puantiyeli elbisem ve lacivert espadrillerimle. İlk köşeden de Ediz Hun çıksa hani şaşırmazdım, o derece. Yürüdüm. Her bir evin izine baka baka. Günün akşama dönmek üzere olan saatinden midir, ofiste aniden çalan çok eski bir şarkının hatırasından mı, sokağın sükûnetinden mi, yoksa ayın, güneşle son tangosundan mı bilinmez birden düşündüm. Neleri unuttuğumuzu.


Kafamda her daim açık konuşma balonunun içinde birden bir cümle belirdi.


“En son ne zaman mektup yazdın?” Evet en son ne zaman?


Bugün takip ettiğim bir derginin de okur sorusuydu bu.


Hatırlamıyorum sahi en son ne zamandı…


Ne çok şeyi unutuyoruz evet, odaklandığımız tüketim çılgınlığında basit, yalın ve acelesiz yaşamayı. Beklemeyi. Küçük mutlulukların aslında her daim yanı başımızda, belki de bir mektubun saman sarısı kağıdında asılı olduğunu.


Mektup yazardık biz eskiden. Okuldan eve yürüyerek döner, hatta ara sokaklarda oyalanır, dakikalarca günün bitmeyen sohbetlerini yapardık. Mahalle bakkalından “yumuyum” şekeri alır, eve gecikir, bir de üstüne azar yerdik.


Beklerdik biz eskiden. Okulun en yakışıklı çocuğunun bize bir gün gülümseyeceği günü, bisiklet sürmek için yaz tatilini, en yakın kız arkadaştan gelecek o kokulu kalemle kalbi kadar temiz sayfaya yazılı mektubu. Yeni ayakkabılar için bayramı, kanayan dizi saran yara kabuğunun düşmesini. Telefonla ararken altı kez çevirdiğimiz her bir rakamın geri gelmesini.


Kıymet bilirdik. Kolay tüketmezdik. Biriktirirdik. Kurşun kalemin İspanyol kıyafeti gibi açılmış uç artıklarını, mandarin kabuklarını, kurutulmuş papatyaları. Her birimiz birer koleksiyonerdi. Peçete, kartpostal, pul, para, dergi. Laf aramızda benim hala saklı durur.


Hayaller kurardık biz eskiden. Kimi süslü, kimi sade. Ve çok severdik. Tercihen platonik.


Ah kızım ne kadar dağınıksın dediğinizi duyar gibi oluyorum. Yine nereden nereye geldin. Sokakta bırakmıştık seni en son. Ediz Hun çıkıyordu köşebaşından…


Evet haklısınız. Ama sahi hadi deyin bana en son ne zaman mektup yazdınız; kalbiniz kadar tertemiz bir sayfadan, şöyle candan. Söyleyin en son ne zaman…


Ben mi; bugün Ediz Hunlu daracık sokaktan, fonda Zerrin Özer’ den O Yaz çalan evlerden birinin balkonunda, bir parça mimoza dalıyla süslediğim, mavi çerçeveli kağıdayazıp, bir damla da parfümümden sıkıp postaya verdim bile.


Neriman Ekinci

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.