Uzun bir süredir, sosyal medya üzerinden izliyorum. Nelere talep var, en çok hangi iletiler tıklanıyor, beğeni alıyor diye. Bazı yorumları okuyorum; insanlar neler düşünüyor, kendilerini nasıl, hangi sözcük ve kavramlarla ifade ediyorlar, hayattan ne anlıyorlar diye...


Doğal olarak, önüme gelenler, orta yaş kuşağının farklı yaşlarına sahip kişiler. İçlerinde tanıdıklarım ve çoğunlukla tanımadıklarım, ama uzaktan ve sanal olarak zaman zaman karşıma çıkanlar da var.


Ara sıra, gençlerin ifadeleri gözüme çarpıyor, paylaştıklarını okuyorum. İçerikleri, genelde, kendi yaş gruplarını ilgilendiren paylaşımlar olmakla birlikte, kendilerine yaraşır biçimde, genel ruh hallerini, içinde bulundukları yaşın ihtiyaçları ve zevklerini, isteklerini, kızgınlıklarını ya da sevinç ve hazlarını barındırıyor.


Buna seviniyorum, çünkü onlar olması gereken şekilde kendilerini ifade ediyor ve çoğu kez, kendilerinden yaşça çok büyük insanların düşünemediği birçok gerçek anlam içeren hayat konularını vurgularken, esasen, paylaşarak büyümeye gayret ediyorlar. Yeniçağın gerekliliği olan bilinçli farkındalığı yakalamaya çalışıyor birçoğu. Yardımseverlik, dayanışma, destek, koruma, verme, yaşatma ve güzel yaşama peşindeler. Nasıl seviniyorum, onları gördükçe... Onlar, geleceğin mimarları işte benim gözümde... Hemen, “peki geri kalanlar ne olacak, sizin haberiniz yok çok dengesiz ve bencil bir kuşak geliyor” diyenler var…


Onlara, şu yanıtı veriyorum; her devirde, her tip insan olur. Gelişmiş, gelişmekte olan ve gelişimi yavaş olan... Ve bunu belirleyen, aile, öğretmen, arkadaş, çevre ve gelişmiş eğitim düzeyi.


Benim önem verdiğim kriter, toplumları etkileyen insan sayısının niceliğinden ziyade, nitelikleri ve toplum üzerinde nasıl etkileşim yarattıklarıdır. Yani, geleceğin değerlerine bakmaktır.


Bizlere gelince, yani, ebeveyn kuşağına; neler paylaştığına bakınca genelde, “ama çok büyük çoğunluk genç, makbul değil” anlamında konuşan kişilerin paylaşımları karşısında üzülüyorum gerçekten... Çünkü aslında, kendilerinin ne yaptığına bakmıyorlar, kendileri dışında olmakta olana, kendi gözlükleriyle bakıyorlar sadece.


Ne yedikleri, ne içtikleri, nasıl güzel kurabiye ya da tatlı yaptıklarından tutun, ne zaman hangi başka seyahatte olduklarına, nereleri gördüklerine, nereye gittiklerine dek geniş bir yelpazede ne yaptıklarını beğeniye sunuyorlar. Kaç TIK aldıkları onlar için çok önemli…


Aslında, “içinde yaşadığım topluma, BEN nasıl katkıda bulunabilirim, sahip olduğum değerler ve fırsatlar kapsamında?” diye sormak varken kendimize...”Bize emanet edilmiş olan Dünya değerlerini nasıl koruyabilirim, nasıl bir canlının karnını doyurabilirim ya da nasıl, kullandığım materyalleri, nasıl geri dönüşüme kazandırabilirim?” gibi , geleceğimizi şekillendirecek olan bu gibi konulara odaklanarak gereğini yapmak varken…


Psikoloji ilminde, kendilik algısı denilen bir kavram var; bana gelen danışanlarım üzerinde ilk önce irdelediğim ve kişilerin dengeli ve tutarlı, yani sağlıklı olabilmeleri için dönüştürmeleri gereken… Kendilik algısı içinde yer alan, öz değer, öz saygı, öz yeterlilik, öz sevgi kavramları eksik, hasarlı ya da dengesiz ise, insanlar; şu an içinde bulunulan zaman diliminde ülkemizde, sosyal medyadan medet umuyorlar. “Bu gün kaç tık aldım?” O beni “like”lamadı, ben de onu tıklamam” gibi.


Bakalım bu yetersizlik ve açık gözlem evleri kuşağı, nerelere erişecek daha?


İnsanın, içine dönmesi gerekirken, farkındalığını arttırma zorunluluğu içindeyken, kendisini her durumda başkalarının gözlemine, söylemine ve beğenisine açma yetersizliğinden bir an önce sıyrılabilmesi için, aydınlanmasına niyet ediyorum, sevgiyle... Olsun… Öyledir...



Serpil Arşiray

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.