Doğal ve normal bir doğum yapabilmek için ne kadar çalıştıysam da plasenta benim için kitabın açılmamış bölümü gibiydi. Özellikle açıp bakmadığım konu.


Plasentayı ne yapacağımı düşünmek istemiyordum. İstemedim. Bebekten sonra sıra ona geldiğinde doktorumuz ‘ne yapmak istiyorsunuz, görmek ister misiniz?’ dedi. Kafamı kaldırım baktım, uzaktan iki saniye kadar inceledim ve ana konumuz olan bebeğe geri döndüm.


Orada plasentayla olan ilişkim sona erdi.


Televizyonda bir belgesele bakarken doğumun ardından yaşadığım bu iki saniyelik süreç aklıma geliyor. Demek ki ilişkimiz hala canlı, bitmemiş.


Belgeselde laboratuvarda bilim insanları plasenta parçalarını çeşitli aletlere sokup deneyler yapıyorlar. Röportaj yapılan adam plasentanın radyasyonun etkilerini, nükleer kalıntıların zararlarını azalttığını ve bunun yakın gelecekte çok önemli olacağını anlatıyor heyecan içinde. Belki ilik naklinden daha değerli olacak diyor.


Plasenta yani bebeğin eşi. Eş deyince ne kadar anlam biniyor.


Hayvanların doğumun ardından plasentayı yemesi bilinen bir gerçek, kaldı ki hayvanların bazıları doğumdan sonra etrafı öyle iyi temizliyorlar ki doğum olduğuna dair en ufak iz kalmıyor. Plasentada bulunan hormonların yararından yola çıkarak yapılan bazı araştırmalar sonucu insanlar da plasenta tüketmeye başladılar, bu artık özellikle ABD’de yayılan bir trend. Kimileri smoothie gibi içeceklere karıştırırken, kimileri de kurutup toz haline getirip plasentadan kapsüller yapıyor. Anneler de doğum ardından her gün bir kapsül içiyor. Bunu yapacak kişiler için hijyen sertifikalı kapsül hazırlayıcı eğitimleri bile mevcut. Hormonların lohusa depresyonunu azalttığına dair araştırmalar var, hatta daha da ileri gidip mutsuz bir doğum yaşayan kadının plasentasında negatif etki verecek hormonlar olduğuna ve bu sebeple bu plasentaların yenilmemesi gerektiğine dair detaylı çalışmalar dahi var.



Bir de plasenta sanatı var. Yemek istemeyen ama plasentadan da kolay ayrılamayanlar için plasentalar boyanıyor (ya da direkt kanlı olarak) ve kağıda izleri çıkıyor. Aileler için bebeğin ayak izi gibi bir hatıra oluyor bu kağıtlar.


Plasentanın izi, düşü, resmi ağaca benziyor. Dallanıp budaklanmış, köklenmiş bir ağaç. Damarlarımız, akciğerlerimiz gibi bebeğe eş verdiğimiz plasentamız da hayat ağacını kopyalıyor, içindeki can suyu bebeğimizi besliyor. Toprağında, dalında anne, meyvesinde bebek.


Plasentadan bebek doğduktan sonra da kan geçişi devam ediyor bebeğe. Rutine alışmış, zamanla yarışan tıp sistemi uzun zamandır bebekler doğar doğmaz kordonu kesiyorken doğal doğum hareketinin yaygınlaşmasıyla bebeklere biraz daha zaman tanınıyor artık. Makas sabırla beklesin, doktor, ebe, herkes yavaşça izlesin istiyor aileler bebek doyar, plasenta can verirken usulca. Bir de lotus doğum var, plasentayı kendi halinde, kendi tadında düşsün diye beklemek, o da yaygınlaşıyor.


Plasentalar pişiyor. Plasentalar yeniyor. Plasentalar boyanıyor, resmediliyor.

Plasentalar tuzlanıyor, baharatlarla saklanıyor.

Plasentalar bekletiliyor, plasentalar süsleniyor.

Plasenta ölürken, bebek doğuyor.

Eşi için aylarca çalıştıktan sonra yitiyor plasenta.


Anadolu’da ve birçok kadim toprakta ise plasenta ekiliyor. Yaşarken eş oldu, ölürken de eş olsun diye düşünüldüğünden toprağa bırakılıyor, ağaç altına, dibine, köküne. Ağaç ağacı buluyor, döngü tamamlanıyor. Plasenta toprağı besliyor artık.



Plasentayı düşünmek istemedim doğuma doğru. Köküm yok diye mi acaba? Köküm İstanbul’da bir mahalle, ötesi yok, özel bir toprağı, özel bir ağacı yok. Bu sebeple o mahallenin hastanesini istedim, o mahallenin sokaklarından arabayla gitmek istedim doğum başladığında. Çocukluk ana vatanımız ya işte o mahalle çocukluğumdu; köyüm, kasabam yoktu, mahalleme sırt dayadım, çocuğum da orada doğsun istedim. Şehirlinin yurdu apartmanlar, yollar, betonlar ama gene de yurt işte. En yurtsuz düşünülen yerde kendi yurdunu yaratıyorsun. Seni besleyen, büyüten eşin, mahallen oluyor. Ağacın yok ama anıların var. Anılarına gömmek dediğimiz şey belki de bu. Plasentayı çocukluk anılarıma gömdüm, artık orayı yeşertiyor. Hastanede plastik bir tıbbi atık torbasından ötede, zihnimde capcanlı. Plasentayla ilişkim bitmemiş evet.





Televizyondaki bilimadamı konuşuyor, konuşuyor, konuşuyor. Bu araştırmaların Fukushima, hatta Çernobil kazalarında veya İkinci Dünya Savaşı sırasında yapılsalardı ne gibi yararlar sağlayacağından, ne kadar mucizevi olacağından bahsediyor. Bir diğer adam ‘dünya artık çok tehlikeli, bu gibi araştırmalara ihtiyacımız var’ diyor.


Yurtsuzlara, savaştan, hırstan yurtsuz kalmışlara eş, ilaç, kalkan oluyor yani plasenta. Nükleer atığa, radyasyona karşı koruyor yurtsuz kalmış Dünya bebeklerini. Ama kimse sormuyor neden en başta yurtsuzuz diye. Ağaç ağacı arıyor bulamıyor.



Selen Çağlayık Eloğlu







Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Bebeğin plasentasını istemeniz gerekiyor. Aksi takdirde ya çöpe gidiyor yada başka şekillerde değerlendiriliyor.
    CEVAPLA
  • Misafir Merhaba ben hastanede doğumda bebeğinin eşini alıp toprağa gömmek istiyodum ama ebeler o kdr sertini anca kendi derdime düştüm istemem gerekiyormuydu
    CEVAPLA
  • Misafir Merhaba 1 ay sonra doğum yapicam bebeyimin eşini satmak istiyorum. Nasıl oluyor bilen varmi
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.