Bugünlerde herkes gitmek istiyor.

Küçük bir sahil kasabasına,

Bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara…

Hayatından memnun olan yok.

Kiminle konuşsam aynı şey…

Her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.

Öyle “yanına almak istediği üç şey” falan yok.

Bir kendisi…

Bu yeter zaten.

Her şeyi, herkesi götürdün demektir.

Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.


- CAN YÜCEL


Sizlere bu yazıyı şimdilerde terörle çalkalanan, sokaklarında askeri devriyelerin cirit attığı, merkezi tren istasyonlarının ve alışveriş merkezi girişlerinin kapatıldığı bir Avrupa ülkesinden, yeni gelen baharın sunduğu taze çiçek ve insanlardan buram buram yayılan korku ve paranoya kokusu tesiriyle, Belçika'dan yazıyorum.


Üniversite yaşamımdan sonra, bir süre Türkiye'nin en büyük holdingi ve devamında kariyerimde çalışabileceğim dünyanın en büyük firmasında çalıştıktan sonra, bir gün kendime 30 yaş hediyesi niyetine işimden istifa edip yurtdışına yerleşmeye karar verdim.


Neden ve nasıllarına girmeden önce, çok düşülen bir yanlışa açıklık getirmek istiyorum. Son yıllarda yurtdışı turizminin yaygınlaşması ve sosyal medyanın egolarımızı besleyen güzide etkisiyle geziyoruz; gezdikçe de o sokakları, renkleri ve kokusu alışık olduğumuzdan farklı ve etkileyici gelen kentlere ve ülkelere daha da bir hayranlıkla bakıyoruz. Belki tarihsel konar-göçerliğimizden dolayı peşi sıra terk-i diyar hayallere dalıyoruz. İşte tam da burada, turistik gezilerimiz ile yurtdışında yaşam kurmanın farklarını, edindiğim tecrübeleri, bana neler kattığını, beni nasıl değiştirdiğini içimde yeşeren özlemlere sarılarak anlatmanın rehber arayanlar için faydalı olacağını düşünüyorum.





Barselona kumsallarında ya da Berlin'in sizi sizden alan gece hayatında salınmakla, Prag'ın romantik kış akşamlarında bir yabancı olarak yürüdüğünüz sokaklarında vizenizi aşındırmakla yurtdışında yaşam kurmanın oldukça büyük ve derin farkları var sayın okur. Özellikle son dönemin modası yurtdışında yasamla nefes alınacağını düşünen dostlara bir uyarı niteliğinde başlamak isterim. Ailesini, dostlarını ve ülkesini seven bir insan için "gitmek" , sadece bedenen oluyor. Bir yere kafada gitmek; Can Yücel'in de dediği gibi, kendini bırakıp da olmayacak, ardında kalan sevdiklerin için belki de bir ayağın hep geride kalacak şeklinde geçecektir bir süre. Her şeyi yüzüstü bırakarak, yarım kalmış hikayeler ceplerimizde gitmek, yaşanılan dramların en zoru. Belki de bu yüzden, bu hikayeler üzerine yüzlerce destan, roman ve şarkı yazılmış. Biz biraz gerçeklere dönelim.


İşin nasıllarına girmeden önce güzel planlama yapılması gerektiği malum. Doğru şekilde planlanmadan, neler olacağı az da olsa öncesinde kestirilmeden girişilen deneyimler sadece geçici heyecanlar olarak kalacak ve muhtemelen kötü bir orta yaş tecrübesi hatıraları ve hayal kırıklıklarıyla, ceplerimizde birer anı olarak kalacaktır.


Bu yüzden gidilecek ülkenin doğru seçilmesi, o ülkenin demografik ve sosyo-kültürel yapısını, politik atmosferini, ekonomik durumunu araştırmak, yaşanan tecrübeleri dinlemek oldukça önemli. Uruguay veya Tayland gibi, kendi vatandaşlarına dahi bir gelecek sunamayan bir ülkeyi tercih etmek kadar; dil zorluğu, iklimi veya ayrımcılığıyla meşhur Kuzey ülkelerinde tercihte bulunmak da bir o kadar tartışılır. Modern ‘kavimler göçü’ tarihimiz ne yazık ki bu ülkelerde barınamayıp bunalarak dönen dostlarımızın hayal kırıklıklarıyla dolu. Sosyal refah açısından ne kadar tatmin edici görünseler de, Batı ülkeleri entegrasyon politikaları ve muhtemel kutuplaşmaları önlemek adına öncelikli olarak kendi yerel dillerini konuşmanızı ve çalışma izni edinebilmeniz için kalifiye olmanızı bekliyor. Çalışa çalışa tarihlerini ve kültürlerini inşa etmiş toplumlar, doğal olarak gelen insanların belirli bir eğitim seviyesinde, yeterlilikte olmasını bekliyor - ki birçoğunda da bu artan bir ırkçılık ve ayrımcılık seviyesine varabiliyor.


Belçika gibi OECD ülkeleri içerisinde yabancı dil bilme oranının en yüksek olduğu bir ülkeye yerleşmem, dil açısından kolaylık sağladığı gibi zorlukları da beraberinde getirdi. (Ülke ortalaması 3.2, yani herkes en az 3 dil biliyor.) 15 yaş üstü hemen herkesin İngilizce bilmesi elbette sosyal hayatta tutunmamı ve çevre edinmemi kolaylaştırdı. Fakat bir ülkede çalışmak için, kalıcı bir çevre edinebilmek veya en azından yerleşilen ülkeye saygı açısından yerel dilini konuşmak çok önemli. Emin olun sadece İngilizce ile iş bulmanız veya yer edinebilmeniz oldukça zor olacaktır. Kaldı ki bu İngilizce seviyesinin de en azından bir TOEFL veya IELTS seviyesinde olması çok önemli, zira turist İngilizcesi ile kendinizi evinizde melankolinizle baş başa bulabilirsiniz. Bir dili yeterli düzeyde konuşamamanın acısını birçok alanda yaşayabilirsiniz, ama sanırım kendi tecrübelerimle söyleyebileceğim: Akdeniz kültürü ve sıcaklığıyla harmanlanmış bizler için espri yapamamak, o yapacağınız şakaların dilinizin ucunda veya içinizde kalması... Böyle bir ızdırabı yaşamak, emin olun yaz günlerinde metrobüs kokusunda hapsolmaktan daha fazla acı verici.





Her ne kadar alelacele Nederlands veya Dutch denilen Felemenkçe'yi öğrenmeye başlasam da, bu süreç benim için oldukça sancılı oldu. Alışverişlerde ne kadar istenildiğini anlayamadığım ve o mahcubiyeti yaşamamak için sürekli 20 veya 50 Euro gibi tam para vermelerim bile, şampuan yerine yanlışlıkla aldığım vücut losyonları veya bebek şampuanlarıyla yıkanmamdan veya zeytin ezmesi beklerken domuz eti ezmesi ile karşılaşmamdan daha acı verici olamaz. Yani yerel bir dili konuşamazsanız, ayrımcı bir kasiyere torbanın karşılığını söyleyemediğiniz için arkanızda bekleyen kalabalık önünde boynu bükük kalabileceğiniz gibi, bir barda size kur yapan dilberleri ya da yağız delikanlıları içiniz kan ağlayarak, mahcubiyetle geri çevirmenize sebep olacaktır.


İngilizce konuşulan ülkelere rağbetin çok olduğunu da unutmayın derim, zira ilkokuldan itibaren İngilizce'yi anadili olarak öğrenen, İngilizce konuşan ülkeler birliği üyesi Hindistan veya Hong Kong gibi ülkeler varken Limasollu Naci İngilizcesi ile o yarışta yer almanız oldukça zor olacaktır.


Bundan sonraki yazılarımda nasıl ve neden sorularına devam edeceğim.



Yazı ve fotoğraflar: Cem Kaya




Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir 1 şeyi anlamadım. sizin ingilizce süper, sorun yaşamadınız ama çoğu kişi yaşar. bu mu?
    CEVAPLA
  • Misafir gitmeden dil ogrenseydin keske. ya da isini ayarlayip oyle gitseydin. limasollu naci ingilizcesi ile iyi cesaret etmissin. bir de dutch bilmiyor olmak cok da sorun degil. ayrimci oldugu icin israrla dutch konusan insana nerdeyse hic rastlamadim. ingilizce dunya dilidir. amsterdam, berlin, paris gibi sehirlerdeki sirketlerde 40+ ulustan insan calisiyor ve tum isler, yazsimalar, toplantilar ingilizce yapiliyor.
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.