Habere göre 34 yaşındaki anne (aynı zamanda ilkokul sınıf öğretmeni olarak görev yapıyor) 2 aylık bebeğini besleyip, yatırıp sonra da 9 günlük tatile (başka bir şehre) gidiyor. Tatil sonunda geri döndüğünde bebeği mama yemediği için hastaneye götürüyor ve bebeğin 3 gün önce açlık, susuzluktan öldüğü tespit ediliyor. Kadının fotoğrafında görülen her halinden peruk olduğu anlaşılan saçları; 15 cm. topuklu ayakkabılarından başlayarak; bu haberde inanılamayacak, bir yanlışlık var herhalde denecek çok unsur var. Diyelim ki iddialar doğru. 2 aylık bebeği günlerce bırakıp gidebiliyor bir kadın. Ruh durumu o kadar hasar görmüş ki öldüğünü bile anlayamıyor döndüğünde. Mama yemiyor diye hastaneye götürüyor.


Haberi okuyunca Hthayat yazarı Psikiyatr Emine Yavuz Satmış’ı arayıp kadının durumunu bana bir anlatmasını rica ettim. Emine Hanım şöyle bir yorum yaptı: “İki aylık gayri meşru çocuk doğuran, bekâr bir anne olmanın sonuçlarını düşünmek gerekir. Bir erkek arkadaşınız olacak, hem de öğretmen olacaksınız. Sonra hamile kalacaksınız ve onu tek başına doğurmak zorunda kalacaksınız. Sonra da 2 ay boyunca onunla yalnız yaşayacaksınız ve görevinize devam edeceksiniz. Muhtemelen onu herkesten saklayacaksınız. Sonra aileniz sizi bayramda yanlarında görmek isteyecekler. Böyle bir durumda; sıkışmış, kendi haline terk edilmiş, kendi gerçekliğinin ayıbını taşıyarak yaşayan anneyi düşünün. Buraya kadar kimse yok. Ne aile kızlarının gerçekliğini sahiplenebiliyor, ne erkek arkadaşı vermesi gereken desteği sağlıyor ne de toplum bu bebeğin nasıl yaşadığından haberdar. Aslında bebeğin ölümünden herkes suçlu. En son cezalandırılacak kişi anne olmalıdır bu durumda. Bu kadar çaresizlik içinde olan ve 9 gündür bir bebeği evde bırakan eğitimli bir kadın, bebeğini kucağına alıp koşa koşa hastaneye gidiyor ve Bu bebek mama yemiyor” diyor. “Burada artık annenin akıl sağlığının yerinde olup olmadığını düşünmek gerekir. Ya da yaşadığı travmalar nedeniyle sağlıklı karar alıp alamadığını düşünmek gerekir. Bence bu annenin acilen korunmaya alınması gerekir.” Açıkçası ben kadının psikolojisinden geçtim ve öğretmen olmasına daha çok takıldım. Rahmi çalışan her kadın isterse anne olabilir. Annelik bir ehliyet, iyi niyet garantisi gerektiren bir sistem değil. Buna göre canavar da olsan anne olabilirsin elbet ama ya öğretmen? İlkokulda sınıf öğretmeni olarak çalışan bir kadının ruh halinin kendi bebeğini ölüme bırakabilecek kadar bozuk olması hoş görülebilir bir şey midir? Ona emanet edilen 20-30 çocuğun hayatlarının, psikolojilerinin sorumluluğunu alması beklenebilir mi böyle bir insandan.


Çocuklarımızı kimlere emanet ettiğimizi gerçekten biliyor muyuz?

Öğretmenler KPSS sınavını geçtikten sonra okullara atanıyor. Meslek hayatlarının başında bir kere sağlık raporu alıyorlar. Ondan sonra başlarına ne geliyor meçhul. Elbette 25 yaşında sağlıklı olan bir insanın 35 yaşında depresyonda olmayacağını iddia edemez kimse. Bana kalırsa Milli Eğitim Bakanlığı belli sürelerde bu sağlık raporunun (psikolojik denge başta olmak üzere) tekrarını istemeli. Bu kadar hassas görevlerde bulunan kişilerin psikolojik kontrolleri sürekli yapılması... Aksi halde bugün kendi çocuğuna yaptığının başka türlüsünü sınıfındaki onlarca çocuğa yaptığını görmemiz an meselesi... Çocuklarımız bu kadar kıymetsiz mi?


Yazı: Damla Çeliktaban

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.