Birkaç nesilde ebeveynlik ve çocuğa karşı tavır göz görülür biçimde değişti. Büyükanne-büyükbabalarımızın nesli için çocuk dediğin “Höt” dedin mi susmalı, uslu uslu oturmalı, dersini çalışmalı, evde varlığı pek de hissedilmemeli, en önemlisi anne-babasının otoritesine sorgusuz sualsiz biat etmeliydi... Bu da onun iyiliği içindi. Öyleymiş. Özgür alan bırakılmayan, her kararı anne-babası tarafından verilen çocuklar başlarında bir otorite kalmadığında bocalayan yetişkinler olarak katıldılar hayata... Hangi işi yapacağını da, kiminle evleneceğini de anne-baba bildi. Onlar kendiliklerini algılamak yerine anne-babalarının dediklerini yaptılar.


Bir de otoritenin diğer ucu vardı. Kendi anne babasından gördüğü otoriter tavrı onaylamayanlar onlar gibi olmamaya karar verdiler. Onlar çocuklarının arkadaşı olacaklardı. Çocuk en iyi özgürlük içinde büyür diye düşündüler. Evet, bu çocuklar bir önceki nesle göre yaratıcı oldular lakin onların da kurallara uyma, belli yapılar kurma becerileri eksik kaldı. Bir işte uzun süre çalışamadılar, bir ilişkide uzun süre sabırla duramadılar, rüzgâr nereden eserse o tarafa gitmeye meyilli oldular, dünyaya az güvendiler. Tam itaat nasıl bazı özelliklerin gelişmesine engel oluyorsa tam özgürlük içinde de gelişemedi çocukların bazı yönleri. Sınırın fazlası da azı da iyi gelmiyordu ne çocuğa ne de ebeveyne. Ebeveyn “Her şey çocuk için” derken kendi ihtiyaçlarını unuttu. Sınır koyamadıkça yoruldu, yıprandı. Denge gerekliydi...


Sınırlar neye yarar?

Kendi sınırlarımızı bilmediğimiz için sadece çocuklarımıza değil sevgilimize, arkadaşlarımıza ya da bizden yapabileceğimizden fazlasını isteyen başkalarına da “Hayır” demekte zorlandık... Bu yüzden manevi alacaklar hanemiz şişti hep; birileri bize hep borçlu kaldılar...


Bir bebek huzursuzlandığında ne yaparsınız? Kucağınıza alıp, sarıp sarmalamaz mısınız onu? “Ben buradayım, güvendesin, her şey yolunda” demez misiniz? İşte sınırlar tıpkı bu kucak gibiler yetişmekte olan çocuklar için; bu koca dünyada düşecek olsan beni tutacak biri var hissi, korunduğun bilgisi sınırlardan geçiyor... Çocukken sınırları olmayanlar büyüyünce nasıl sınır koyacaklarını da kendiliğinden bilmiyorlar. Öğrenmeleri gerekiyor. Öğrenmemiz gerekiyor.


Sınırlarımızı gözle görülür hale getirirsek ayıp ederiz sandık. Yanılmışız.

Sevgilinin sınırları

Avrupa’nın tanınmış aile terapisti Jesper Juul şöyle diyor: “Bana ‘Çiftlere vereceğin en önemli nasihat nedir?’ diye soruyorlar. Birbirlerinin ‘hayır’ demelerine yardım etmelerinin çok önemli olduğunu söylüyorum.” Juul’e göre eşler birbirlerine ‘hayır’ diyemiyorlarsa genellikle çocuğa da diyemiyorlar ve bir taklit ustası olarak hayatı öğrenen çocuk ‘hayır’ diyemeyen bir şekilde büyüyor; bunun normal olduğunu düşünüyor.


Hayırın hayrı minik yaşam anlarında gizli. Bir hafta sonu mesela; evde dinlenmek isterdiniz ama eşiniz arkadaşlarınızla bir program yapmış. Onu kırmamak için katıldınız; kendi ihtiyacınızı dinlemediniz, sınır koymadınız, huzuru koruma adına ‘tamam’ dediniz. İşte sizi alacaklı, eşinizi borçlu yaptı bu tutum. İlişkinizin kriz anında ortaya dökülecek fedakârlıklar hanesine yeni bir çentik atıldı; bir gıdım da olsa zehirlendiniz.


Jesper Juul diyor ki: “Aşkın ilk başlarında hormonların da etkisiyle hangi filme gidileceği gibi konular mevzu değilken, ortalama 7 yıl sonra ödün veren tarafı boğmaya başlar. Bu yüzden de ilişki zenginleştirici bir deneyim yerine bir hapishane hissi verir ve özgürlüğünüzü kaybettiğiniz için üzülürsünüz. Bunun olmaması için böyle küçük anlarda, aslında eşinizin çok da istemediği halde bir şeye tamam dediğini fark ettiğinizde sizi reddetmesi için cesaretlendirin. ‘Emin misin, başka bir şey ister miydin?’ diye sormaya devam edin... Bilin ki küçük de olsa ödün verme sıklığı arttıkça kapatılmamış hesaplar kabarır; bu da zaman içinde bir tarafın kendini kurban gibi hissetmesine sebep olur...”


Yetişkinlerde 7 yıl süren kendinden ödün verebilme hali çocuklarda ise ergenliğe kadar sürüyor. Ergenlikten itibaren kendi hayatlarını keşfetme ve kurma ihtimallerine kavuşuyorlar ve işbirliği düzeyleri düşüyor...


Kendinize ‘evet’ deyin!


Velhasıl eşinize zaman zaman “Ben bugün evde kalmayı tercih ediyorum” demeniz ya da çok yorgunken çocuğunuza “Şimdi seninle oynayamayacak kadar yorgunum, önce dinlenmem lazım” demeniz de hem eş ilişkinizi hem de çocuğunuzu kurtarıyor. Eşiniz de çocuğunuz da biliyor ki onlara ‘hayır’ demeniz gıcıklığınızdan ya da nefretinizden değil; kendinize ‘evet’ demeyi tercih ettiğinizden.


Yalancı ‘evet’ler yerine sahici ‘hayır’larla büyüyen çocuk zamanı geldiğinde kendi sınırlarını da hem çevreden gelebilecek tehlikelere hem de sevdiklerinin sınır ihlallerine karşı korumayı öğreniyor... Çok ilginç değil mi?




Yazı: Damla Çeliktaban

Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!
  • Misafir Örnek allınası.
    CEVAPLA
  • Misafir Muhtesem..
    CEVAPLA

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.